Poseydon güzeli “Çanakkaleli Melahat” ve Troya yiğidi Hektor, Troya’nın Düğününe bizi çağırıyor, yeniden… Dolunay zamanı, Arena’da oyun başlıyor… Troya’nın hileli atı, nal topluyor. Poseydon boğazda şeytan taşlıyor…

Çanakkale Boğazı şiddetli bir lodosun etkisinde, sabaha kadar rüzgar hiç durmadı, hava kapalı, kara bulutlar suskun, sanki biraz da öfkeli, yeterince yağıp yükünü boşaltıp rahatlayamamış olsa gerek. Belki de ondandır kaşları çatık yüzü asık duruşu. Havanınkaramsarlığına rağmen iyi ki lodosun o ılık eli insanın yüzünü okşuyor ve üşütmüyor, poyraz gibi titretmiyor. Altı yılın ardından karşıma çıkan bu deli rüzgar, beni elimden tutup bilinmeyene götüren Boğazın karanlık sularından kurtaran, belki de son dost eli gibi ılık ve güvenli esiyor penceremde…

İstanbul-Silivri-Tekirdağ-Keşan-Gelibolu-Eceabat üzeri otobüsle ulaşımı sağladık.

Gelibolu-Çanakkale feribot seferleri yapılamıyor. Yeni yapılan Çanakkale Boğaz Köprüsü’nü kullanmadan, Eceabat-Çanakkale vapuru ile şehir merkezine gidiyoruz…

S╠Ğ E H I╠Ç T L I╠Ç K2Eski dostum Saim’in işlettiği Han Kafe’de bir yorgunluk kahvesi içmek iyi geldi. Burası entelektüel Çanakkalelilerin uğrak yeri. 18 Mart Üniversitesi hocaları ve öğrencilerininde uğrak yeri. Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz dünyaca ünlü Gökbilimci Prof. Dr. Osman Demircan dostu anımsadım yeniden. İçim burkuldu… Bu gezideki rehberim ise, “Çanakkaleli Melahat” ve “Troya’nın Düğünü” kitabı yazarı, tiyatrocu değerli Yusuf Ay ve şair dostum Hayrettin Geçgin ile İntepe, Ayazma ve Bayramiç’te kutlanan festivalleri ve eski dostları konuşmaktan, geziyi unuttuk sanmayın… Yeni Çanakkale Müzesi mutlaka görülmelidir… Benim belgeselini çektiğim Afrodit Havuzu ve Ayazma antik Tiyatrodaki şiir akşamları bir başka güzeldi. Roman Mahallesinin lavanta kokulu güzelleri, allı-güllü basma giysileriyle, çiçek almaya gelen yeni konuklarını selamlıyor…

Kaz Dağlarını yaşmalayan yerli ve yabancı altın maden şirketlere karşı, Şiir Nöbetimiz ise, bir başka anlamlıydı… İntepe (Erenköy) eski Belediye Başkanı Alaaddin Özkurnaz hocanın organize ettiği, İntepe’de yapılan geleneksel Hektor Ayini ve Ege’yi öpen Ateşin ardından, Ege sularına batan kızıl Güneş, Şehitlik Abidesi, Nusret Mayın Gemisi ve Çanakkale Boğazı’ndan geçen yabancı-yerli gemileri selamlayan; “Çanakkale Geçilmez” uyarısı ve “Dur Yolcu” belgisi, kanla sulanan toprağı ve içsel bir coşkuyu-utkuyu çağrıştırıyordu. Yeniden…

Canakkale Savas╠Ğlar─▒ Conkbay─▒R─▒

Boğazın karanlığı suları, şiddetli lodosla kucak kucağa, bir dev kalkan gibi üstümüze geliyor. Kıyıdaki çam ağaçları devrilecek sanki… Hemen hepsi karaya doğdu eğilmiş ve lodosa sırtlarını çevirmişler. Bu mevsimde Çanakkale Boğazı hep öyle mi olur? Ama her mevsimin bir çekici güzelliği olmalı. Çanakkale’nin de gizemi budur. Bizi koyun koyuna, biraz titrek, ürkek; ama bir o kadar da içsel bir yolculuğa ya da düşlerin ardına düşmemize neden olan bir çılgınlık değil mi bizi bu yollara düşüren. Belki de, Çanakkale’nin, ilk aşk, ilk günah ve ilk rüşvetin yaşandığı kutsal ve gizemli İda Dağı’nın öyküsü öyle başlamalıydı… Kaz Dağı gezimiz de öyle başladı. Poseydon’un deli lodosla muhteşem dansı sürerken, İntepe’de geleneksel olarak canlandırılan Dardanos akşamı Hektor ayini ardından, Asos’tan Ayvalık’a uzanan bir gezi öyle başladı… İda (Kaz) Dağı zirvesinde bulunan Alevi oymağında Cemde; Bergama Kozaklı Vadisi’nden ve Tahtakuş Köyü’nden gelen canlarla; Sarıkız ile birlikte, döne döne, yan yana ve yana yana semah dönerek, geleneksel giysiler ve müzik eşliğinde, Şaman zikir ve danslarına eşlik etmenin ayrıcalığını yaşamanın tam zamanı… Sarıkız’ın mutlu efsanesi kıvamında, Anadolu’yu merakla keşfetmek ve belgelemek adına; “Atatürkiye” şarkısı coşkusunda, yeniden yollardayım…

Devamı haftaya…