Hayatın kıymeti: Yaşlı, genç, çoluk çocuk, kimi koltukta, kimi sandalyede, kimileri de halıya oturmuş. Bir bayram günü, geniş aileyle çekilmiş samimi bir aile fotoğrafı düşünün. Aradan zaman geçmiş. Fotoğraftan iki kişi eksilmiş. Artık, onlarla asla, ne aynı sofraya oturabilirsiniz ne de o bayram günü yaptığınız gibi birlikte bir fotoğraf çektirebilirsiniz.
Sağlığımız, sevdiklerimiz, özgürlüğümüz ve bu hayatta bize ayrılan süre, yani; zamanımız. Bunlara sımsıkı sarılalım, hepsi çok değerli. Biliyorum çok klasik ama bir o kadar da doğru. Her şeyin kıymetini zamanında bilebilmek önemli. İş işten geçtikten sonra bir işe yaramıyor.
Sevdikleriniz hayattayken onlar için elinizden gelen, gelmeyen her şeyi yapmış ya da yapmak için uğraşmışsanız, vicdanınız rahattır, sizin içinizdeki dinmeyen tek şey yalnızca onlara duyduğunuz özlemdir. Ama eksik kaldıysanız, ihmalleriniz olduysa özleminize bir de duygusal yük eklenir.
Çocuklukta, gençliğe, gençlikte, yetişkinliğe imrenir insan. Yaş kemale erdikten sonra, akıl gelir başa ve imrenmenin istikameti de ters yöne döner genellikle. Gençliğinizin ve zamanınızın değerini bildiyseniz, kıymetini de bilmişsinizdir muhtemelen. Her yaşın güzelliği ayrı muhakkak ama gençlik başkadır. Adı üzerinde “gençlik”, dinamiksin, enerjiksin, taşı sıksan suyunu çıkarırsın. Ama insan en büyük hatalarını da genellikle gençlik döneminde yapar. Tecrübesiz olduğun, herkesi kendin gibi sandığın, hayata daha safiyane baktığın, zamanını har vurup harman savurduğun yıllar, gençlik yıllarındır çoğunlukla. Olgunluk çağında bütün akıllarımız gelmiştir ama bu defa da gençlik uçup gitmiştir elimizden. “iki iyilik bir arada olmaz” derdi annem ve ben onun bu sözünü çok severdim. Hayat eksiğiyle fazlasıyla bir hayhuy içinde hızla akıp giderken iki iyiliği aynı anda yakalamak pek mümkün olmuyor. Sağlıklı olanın genellikle lezzetsiz olması gibi örneğin. En çok koşturduğunuz, en çok yorulduğunuz, en çok ürettiğiniz, en verimli ve en faydalı olduğunuz, hayatınızın en yoğun dönemleri var ya, yaşarken zaman zaman zorlandığınızı düşündüğünüz, oflayıp pufladığınız, ilerde geriye dönüp hayatınıza baktığınızda, muhtemelen, o hareketli, yoğun dönemi hayatınızın en güzel yılları ilan edeceksiniz. Hayatınızda, çevrenizde, kendinizde, iyi, güzel ne varsa düşünüp bulun, kıymeti bilinecek her şeyi, herkesi listeleyin zihninizde. Nasıl upuzun bir liste oluşacak görün bakın.
Tarihin kıymeti: Yarın İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşunun100. Yıl dönümü. Kıymetini en çok bilmemiz gereken de özgürlüğümüzdür.
İşgal tam olarak, 4 yıl 10 ay 23 gün sürmüş. Esir İstanbul’un, ağır azapla, kahırla geçirdiği yıllar. “Kara Bir Gün” makalesini yazmıştır, Süleyman Nazif. İşgalle bir halkın nasıl aşağılandığını, Rumların ve Ermenilerin işgal kuvvetlerini nasıl sevinçle karşıladığını anlatır. İşgal sırf toprağın işgali değildir. Özel mülkün de işgalidir. İngiliz, Fransız, İtalyan işgal kuvvetleri, canlarının istediği, evlere köşklere konaklara yerleşmişler, kültür mirası nice esere el koymuşlar, yahut yakmışlar. Beyazıt’ta bir edebiyat tarihçisinin konağına yerleşen işgalciler, konaktaki kütüphaneyi tarumar etmişler. Kur’an nüshalarını, el yazması bir çok eseri, tuvalet kağıdı olarak kullanmışlar. Şeker yok, ekmek yok, un yok, benzin yok. Nazırların ayakkabıları delik. Derin bir yoksulluk var. (yaşananlara dair bilgiler İlber Ortaylı’ ya aittir)
“Bir ulusu yok etmenin ilk adımı, milli şuuru öldürmektir.” diyor bir yazar ve devam ediyor; “kimliğin en vazgeçilmez unsuru tarihin doğru bilinmesidir. Aksi takdirde; tarih bilinci az ya da hiç olmayan toplumu yönetmek kolaydır.”
28 Eylül’de hayatını kaybeden Ganire Paşayeva şöyle söylüyor bir konuşmasında; “biz çocuklarımıza vatanımızın değerini anlatmazsak onlar bunu bilemez. Bizlerden sonra vatanımızı sahiplenecek olan onlardır.”
Peki, bizim ülkemizde çocuklara ne anlatılıyor? Kindar bir nesil yetiştirmek için çocukların zihinlerine, nefret tohumlarını, hangi karanlık zihniyetler nerelerde, nasıl atıyor? Kendi tarihine nasıl bu kadar düşman ediliyor çocuklar? Yüz yıl önce yaşanan kara günlerden, yüz yıl sonra hangi renk günlere geldik?
Kökü bir türlü kurumayan karanlık zihniyet, bir şekle bürünür ve karşımıza çıkar durur sürekli. Biri; “keşke Yunan kazansaydı” der. 16, 17 yaşında bir çocuk olur diğeri; elinde Atatürk’ün fotoğrafıyla uygunsuz hareketlere kalkışır.
Hakkını teslim etmek, vefalı olmak, hain olmamak, ahlaklı ve erdemli olmak gibi kıymet bilmek de bir karakter meselesidir sanırım.