20. ve 21. yüzyılın en önemli, en hızlı yayılan, bulaşıcı ruh hastalığı sizce ne olabilir? Hayattan istediğini alamayanın, alsa da tatmin olamayanın huzursuzluğu; narsisizm! Konu çok geniş kapsamlı ve çok derin bir konu. Psikologlar, “narsisizmi anlamadan insanı, özellikle de bu çağın insanını ve yeni nesil ilişkileri anlamak mümkün değil.” diyorlar.

BEN SİZE BİR AYNA TUTTUM GÖRDÜKLERİNİZDEN SİZ SORUMLUSUNUZ (Gustave Flaubert)

Narsisizm veya özseverlik, kişinin kendi bedensel ve/veya zihinsel benliğine karşı duyduğu hayranlık ve bağlılık, kabaca tabirle kişinin kendisine aşık olması olarak tanımlanan bir terimdir. Kelime kökeni Yunan mitolojisindeki Narkissos (Narcissus) hikâyesine dayanır. Adını Narsisizme, bir çiçeğe ve familyasına hatta narkoza bile veren mitolojik kahraman Narkissos’tur. Narkissos’un en iyi bilinen özellikleri ‘kibir’ ve ‘kendini beğenmişlik’tir.

Kendisine aşık olanları umursamayan ve karşılık vermeyen su perisi Ekho’dan bahsetmeden Narkissos’un hikâyesini anlatmak mümkün değildir. Bu mit aslında Ekho ve Narkissos’un  öyküsüdür. Birlikte öyküye küçük bir yolculuk yapalım;

Ekho güzelliği kadar gevezeliğiyle de dikkatleri üstüne çeken bir su perisiyken sabırları taşan tanrılar, özellikle Zeus’un eşi ve sinirliliğiyle ün salan ev tanrıçası Hera, Ekho’nun bu boşboğazlığını cezalandırmaya karar verir. Ekho’nun bu kusuru onu çok zorlayıcı bir cezaya mahkum kılar. Susmak bilmeyen Ekho, artık sadece ona başkaları tarafından söylenenlerin son kelimesini tekrarlayarak yanıt verebilmektedir. Ağzından çıkan kelimeler kendisinin olamayacaktır artık. Ekho’yu susmaya mecbur kılan bir eziyettir bu. Ekho her ne kadar ona aşık olanlara karşılık vermese de, bir gün ormanda avlanan bir avcı görür ve anında ona tutulur; çünkü bu avcı onun hayal edebileceğinden çok daha asil ve zariftir. Onu izlemeye, onunla yol almaya başlar. Sonunda bu avcı arkasında birinin olduğunu hissedip ‘Kim var orada?’ diye sorar. Ekho’nun yanıtı ise sadece ‘Orada’ olabilmiştir. Avcı, Ekho’ya ortaya çıkmasını söyleyince Ekho denileni yapar. Kısa bir sohbet denemesinin ardından konuşmanın haliyle ilerleyemeyeceğini anlayan avcı Ekho’yu oracıkta bırakıp gider.

Avcının terk edişine kahrolan Ekho kalbinin acısından günden güne erir. Son isteği ise ondan sesini alan tanrılara olur. “tanrım o da çok sevsin! Sevsin de sevdiğine kavuşamasın.” diye yalvarır. Artık yaşamaya dayanamayan Ekho can verdiğinde ölü bedeni toprağa döner, geriye ise sadece kayalara karışan sesi kalır. ‘Eko’ yani günümüzde kullandığımız yankı kelimesine de böylelikle ismini vermiş olur. Tabii ki bahsi geçen asil avcı Narkissos’tur. Ekho’nun haline üzülen tanrılar, Narkissos’un kibrine çok kızmış durumdadırlar. Onu cezalandırmak isterler. Ekho’nun aşkına karşılık vermeyen Narkissos’a bir lanet okuyarak Ekho’nun son arzusunu yerine getirirler. Ceza olarak Narkissos’u kendi görüntüsüne aşık olmaya mahkum kılarlar.

Ormanda avlanırken bir pınardan su içmek için suya eğildiği anda kendi yansımasını gören Narkissos tek kelimeyle büyülenir. Hayatında böyle güzellik görmemiştir. Hayran hayran bakakalır bu mükemmel görüntüye. Ona dokunmak onunla olmak ister. Ellerini pınara götürdüğü anda görüntü kaybolur, akar gider avuçlarından. Kendine aşık olmuştur ama ona asla sahip olamayacaktır. Aynı Ekho gibi yemeden içmeden kesilir. Nefes alamaz olur. Sevdiğine kavuşamıyor, dokunamıyor olması onu mahveder. Suya elini her daldırdığında yansımanın görünmez oluşu onunla adeta alay eder. En sonunda dayanamaz ve görüntüsünün yanı başında, kendi güzelliğine bakarak acı ve hayranlık içinde ölür. Ölü bedeni pınara düşmüş hayali de suyun içinde yok olmuştur.

Narkissos’un ölümüne üzülen su perileri ona bir cenaze düzenlemek isterler. Suya düşen bedenini almak için pınara ulaştıklarında tek görebildikleri taç yaprakları sarı ve beyazdan oluşan güneş gibi parlak bir çiçek olur. Şaşkına dönen su perileri bu güzel çiçeği Narkissos’un şerefine adlandırmaya karar verir ve ona ‘Nergis’ (Nercissus) adını koyarlar. Böylelikle Narkissos’un ölüp nergise dönüştüğü miti yayılır… Hikaye böyledir. Narsistliğin atası Narkissos’u hikâyesinde bırakıp günümüzün narsistlerine dönelim;

Şule Öncü’nün “Hepimiz Narsistiz” adlı kitabındaki şu bölüm çok güzeldir; “Hepimiz bebek ve çocuk olduk. Hepimiz bir başkasının insafına bırakıldığımız için çaresizlik, korku, öfke duyduk, kırıldık, gücendik. Bunların kayıtları var içimizde. Dolayısıyla hepimizin içinde istek ve ihtiyaçları karşılanmadığında, yetersizliğini, cehaletini hissedip utandığında ya da duyguları karşılıksız kaldığında bağırıp çağıran, tutturan, şiddete meyleden ya da alınan, küsen, kendine acıya acıya, dudağını büke büke ağlayan bir bebek var. Bu demektir ki hepimizde bir parça patolojik narsisizm yatkınlığı var ve olumsuz koşullarda, istek ve ihtiyaçlarımızı karşılayamaz hale geldiğimizde ortaya çıkabilir. İşte o bebek benliğin yönetimini ele geçirdiğinde sağlıklı narsisizm bozulmaya başlar.”

“Sağlıklı insan, hem güneş enerjisiyle (iç referansla) hem de gazla (tanıklık, takdir, onay) çalışan hybrid bir canlı. Narsisist ise, güneş enerjisi modülü bozuk, sadece gazla çalışan, sürekli narsisistik yakıt ikmali yapmak zorunda olan, yani övgü, alkış, hayranlık yoksa en basit işlevlerini bile yerine getiremeyen bir canlı. İç referansları işlevsiz, dış referanslara bağımlı. Kapitalist sistem narsisisti, kimseye ihtiyaç duymayan, kimseden etkilenmeyen, kimseye müdana etmeyen, kendine yeten, havalı (cool) biri olarak servis etse de aslında narsisizm bunun tam tersidir. Narsisizm arttıkça dışa bağımlılık artar.”

Uzmanlar; “genellikle narsisistlerden nasıl korunulacağına dair taktikler öğretirken, kendindeki patolojik narsisizmin farkında olmayan narsisist karşıtları, narsisistik savunmalarla narsisistlere karşı savaş veriyor. Bundan yirmi yıl sonra durum daha da vahim olacak. Bu yüzden narsisistleri etiketlemeye değil, narsisizmi anlamaya çalışmak gerek.” diyor.

Yolunuzun narsistlerle kesişmemesi, kesişirse de şerlerinden korunmanız dileğiyle..

(Not: Yazılarıma bir süre ara vermek durumundayım. Temmuz ayında görüşmek umuduyla)