Bilim insanlarımızdan Nazan Bekiroğlu, iz bırakan kadın şairlerimizden Nigar Hanım hakkında şu görüşteydi: “Nigar Hanım, bir yönüyle daima Batılı kalmış, diğer yandan doğunun bir parçası olmayı sürdürmüştür.
Yaşam tarzı, fikir hayatı doğu gelenekleriyle birebir örtüşürken; kültür yaşamı ve üstün olduğu değerleri takdir etme ve benimseme açısından batılı sayılabilirdi.”
Nigar Hanım, 1 Nisan 1918’de vefat etmişti. 106. Yıldönümünde satırbaşlarıyla Nigar Hanım’ı anlatmak istedim:
1856 yılında İstanbul’da doğdu. Macar Osman Paşa'nın kızıydı. Kadıköy Fransız Mektebi'ndeki öğreniminden sonra özel hocalardan edebiyat, Arapça, Farsça ve musiki dersleri aldı. Türkçe’yi bu okulda öğrenmişti. Sekiz dili konuşabiliyordu. Çok iyi piyano çalıyordu.
Yazıları yayınlanmaya başladığı zaman on dört, yaşındaydı. Şiir yazma zevkini annesinden almıştı.
Nigâr Hanım okuma alışkanlığını şöyle anlatıyor:
"- Hep eski divanları okurdum; daha doğrusu elimin altına ne geçerse okurdum, Bu benim adetimdir. Bir taraftan da Hugo, Musset, Lamartine ...”
Fuzulî ve Nedim. Biri içli bir sevda, derin aşkın; diğeri şuh ve şakraklığın simgesi gibi. Nigâr Hanımın hayatının da bu iki gel-gitin içerisinde geçtiğini söyleyebiliriz.
Şuh ve şakrak bir yaşayış biçimi. Ya da öyle bir görünüm: Ruşen Eşref “Hanımefendi” diyor: “Bir zamanlar, hani şu ‘piyade’ denilen hafif çifte kayığınızla akşamları Göksu'ya çıktığınız vakitler şiirleriniz, bilhassa hanım okuyucularınız tarafından derin bir hayranlıkla okunurmuş ve siz bunların okunuşunu duyarmışsınız. ….”
Nigâr Hanım şu karşılığı veriyor: “… O dere o zamanlar "Rendez - vous de highlife"idi. (Yüksek tabakadan insanların bulunduğu yer) Gerçekten de, bir baştan bir başa, şiirlerimin okunduğunu işitirdim." Yaşmak ve feracesiyle ünlü olan Nigâr Hanım, Göksu ve mehtap sefaları ile bütünleşirmiş.
Abdülhak Şinasi ‘‘Nigar Hanım'ın kayığı Rumelihisarı'ndaki yalısından çıkar, geceleri bülbüller içinde çağlayan Baltalimanı'ndan Emirgan'ın büyük bahçeler içindeki yalılarından geçer, Recaizade Ekrem Bey'in yalısını tavaf eder, Kalender'e uğrar, bahçesinde saz varsa bir müddet duraklar sonra karşı sahile varır... Küçüksu Deresi'ne girer, Göksu önünde birkaç defa dolaşır, bazen de Bebek bahçesinin önüne gelir ve sonra akşam sular kararınca görmüş ve geçirmiş bir gönülle yalısına dönerdi’’ diye anlatıyor.
Diğer yandan “Uryan Kalp” takma adıyla Servet-i Fünun dergisinde şiirleri yayınlanan bir Nigâr hanımla karşı karşıyayız. Bu şiirler, umutsuzluk, acı ve keder dolu oluşlarıyla dikkat çekmekteydi.
Nigar Hanım, babası Macar Osman Paşa'nın statüsünden ve küçük oğlu Keramet'in Şehzade Abdülmecit Efendi'nin oğlu Ömer Faruk Efendi'ye hocalık etmesinden dolayı hanedan ailesinin çeşitli üyeleri ile görüşmekteydi.
Nigâr Hanım, günümüzde de çeşitli yerlerde sürdürülmekte olan edebiyat ve musiki toplantılarının başlatanı olmuştu. Oldukça ünlenen “Salı Toplantıları” düzenlemekte, erkek yanına çıkmayı uygun bulmayan kadınları da mahrum bırakmamak, aynı anda ağırlayabilmek için bu toplantıları iki salonda birden gerçekleştirmekteydi.
Giysilerine, takılarına hayli önem verirdi. Kendisi biçer, kendisi dikerdi. Modası geçmesine rağmen hotoz ve yaşmaktan vazgeçmemişti. Musikiyi çok seviyordu. Hayatının en güzel zamanı şiir yazdığı ve musiki dinlediği anlardı. Yalnız alafrangayı değil, alaturkayı da seviyordu. Ama bütün bu artı göstergelere rağmen mutsuzdu. İşte bir şiiri:
Bir Daha Söyle
“Yegane sevdiğin âlemde ben miyim simdi?
Sahih ben miyim artık muhatab-ı askın?
Bütün o hiss-i amik-i fuad-ı pür sevkin
O ibtila-yi ezel, o alaik-i ebedi
Benim mi şahsıma mahsur? Bir daha söyle.
O sanihat-ı hazinin, o beyyinat-ı gâmın
Sahih, mülhimi hep ben miyim, bugün söyle.
Tahassüsatını, efkarını bütün söyle.
Getir şu kalbime dök varsa sevdiğim, elemin
Eden nedir seni rencud Bir daha söyle.”