Nereden bilirdim ki, sevmediğim, nefret ettiğimi bir reklam sloganı pat diye bütün içtenliğimle ağzımdan dökülüverecek:
“Oh bee!”, “Oh beee!”
Geçmişi on yıl önceye dayanır: Aşık Veysel’in 40. Ölüm yıl dönümüydü. Ona ilişkin üç kitap yazmıştım. İkisini İBB, Diğerini Sivas Platforma yayınlamıştı.
1973 yılından beri Gülhane Parkı’ndaki Aşık Veysel anmalarında bulunur, etkinliklerde anlatırdım. İstanbul’da “Aşık Veysel” denilince akla gelen isimlerden biriydim. Konferans isteklerine yetişmeye, gazete ve dergilere her yıl değişik yönünü anlatmaya çaba harcardım. Aşık Veysel gibi onlarca gelmiş, geçmiş ya da günümüzün âşıklarına ilişkin çalışmalar yapmama, kitaplar yazmama rağmen, yalnız Aşık Veysel ile özdeşleşmiştim.
40. Ölüm yılında, Aşık Veysel Pir Sultan ve Ruhsati’nin içinde bulunacağı bir üçlemenin tiyatrolarda sahnelenmesini arzuladım. Durumdan vazife çıkarıp, kolları sıvadım İBB Kültür İşleri Daire Başkanı Abdurrahman Şen kardeşim de beni yüreklendirmişti. Yazlıkta komşularımız deniz sefası yaparken, ben verandada bilgisayarın başındaydım.
Yeni bir kitaba başlayacağım, kendimi havaya sokmam için, “Kurşun ata ata, yol yürüye yürüye, kitap yaza yaza biter,” derdim.
Aylar sonra dosyalar bitti. Her ne kadar önceki yıllarda radyo oyunları yazmış, bunlar TRT’de temsil edilmişti ama, kusursuz olsun istiyordum. Usta bir dramaturg arayışına başladım, eş ve dostlardan sordum, soruşturdum. Şehir tiyatrolarında oyunu sahnelenmiş, zaman zaman drama dersleri veren bir gazeteci ağabey, “Ben varım ya!” dedi. Israrına dayanamayıp dosyaları teslim ettim. Aylar geçti. Aceleye getirilip insicamı bozulmasın diye ses çıkarmadım. Bu süre iki yılı bulunca, sorma hakkını kendimde bulundum. Hasılı istediğim sonucu alamadım.
Devlet tiyatrolarında dramaturgluk yapan bir arkadaşla musiki sempozyumunda bildiri okumuştuk. Onu buldum. Zamanının olmadığını söyledi. 2016 yılıydı. Aradığım ustayı, 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatla Fakültesi hocalarından Efdal Sevinçli’nin aracılığı ile İzmir’de buldum. Görüştük. Gerçekten titiz bir çalışma gösterdi. Sevindim. Tekstleri dijital ortamda çoğaltıp, sağa sola gönderdim.
2022 başında, 2023 yılının Aşık Veysel Yılı olacağı ilan edilmişti. Şehir Tiyatroları sanat yönetmenliğine durumu anlatan mektup ve metinler gönderdim. Geri dönüş olmadı. Aşık Veysel Yılı anma etkinlik programları yapılırken Kültür Bakanlığı’na teklif ettim. Geç kalındığı, yetişmeyeceği bilgisi geldi.
2023 mart ayında bir arkadaşımın ilgisiyle İBB Şehir Tiyatroları’ndan bir ışık geldi. Oyuncu olan arkadaşım bizzat kendisi gerekli olan işlemleri tamamladı. Dosya işleme alındı. Sonra haberler aldım. Acil durumlar olduğu için “Edebi kurulun bu toplantısında ele alınmadı, gelecek ay gündeme gelecek, karar çıkacak” benzeri mesajlar aldım. Ama acil durumlar hiç bitmedi, Aşık Veysel repertuvara giremedi.
Bu konu üzüntü ve stres kaynağımdı. Aşık Veysel’in torunu Çiğdem Özer’in aracılığı ile Devlet Tiyatroları’nda bir imkân doğdu. Oyunun Baş Dramatugluk tarafından incelemeye alınması için gereken formaliiteleri tamamlayıp başvurdum. Ses soluk çıkmadı. Soruşturduğumuzda, Aşık Veysel varislerinin veya temsilcilerinin noter onaylı izin belgesi olmadığı için başvuru ele alınmamıştı.
Ulaşabildiğim Aşık Veysel ailesi mensuplarından yardım istedim. Kimi yanıt vermedi. Kimi Kalan Müzik’le görüşmemi önerdi. Yine Çiğdem Özer’in yardımı ile Kalan Müzikle bir süre yazıştık. Oyun metnini görmek istediler. Gönderdim. Rahatsız olmama rağmen ne istedilerse yerine getirdim. Sonunda Devlet Tiyatrolarının şart koyduğu noter tasdikli izin belgesi veremeyeceklerini, oyun kabul edilirse ücretleme ve sözleşme yapabileceklerini bildirdiler. Onlara vazgeçtiğimi bildirirken rahatladım. Bilgisayarımda klasörler tutan “Gündüz Gece” oyun metinleri, yazışmalar, evraklar ne varsa hepsini çöp kutusuna gönderirken derin bir nefes aldım ve ağzımdan “Oh bee! Oh bee” sözleri döküldü.