Soyum, köküm Sivas Şarkışla, çiçeğimi İstanbul’da açtım. Ekmeğimi burada kazandım. Ömrümün sonbaharını Edremit’in taşrasında yaşıyorum.

Kendime sanatçı dersem, iddialı olur. Utanırım. Gerçek olan şu ki, havasından, suyundan olsa gerek; mitolojide sözü edilen çağlar öncesinden günümüze kadar Edremit yöresi, dönemlerine damgasını vurmuş pek çok sanatçıya vücut vermiş. 

Başka bir yerde olsa, bu sanatçılar için günler yapılır, adlarına festivaller düzenlenir. Ne var ki, köyleriyle birlikte yerleşik yüz bin kişinin, yaz aylarında, total olarak yüzlerce bin kişinin yaşadığı Edremit’te, Tıflı Paşa’dan, Gazi İne Bey’den, Sarıca Ahmet Paşa’dan, Akçaylıoğlu Mehmet Bey’den, Kazdağlı Salih Reis’ten sual etseniz sanırım yüzünüze anlamsız bakarlar.

Elbette istisnalar olabilir. Onun için genç kuşak demem daha doğru olur. Yakın zamana gelip bir halk feylesofu Acayip Ağa’yı sorsanız bilmem hatırlayan ve anan olur mu? Cumhuriyet döneminden Mustafa Seyit Sutüven’den, Mehmet Çakırtaş’tan, Halil Soyuer’den, İsmail Habib Sevük’ten söz etseniz, başka sanat dallarına geçseniz örneğin Zeki Müren’e hocalık eden bir Şükrü Tunar’ı sorsanız kim bilir, kim tanır?

Edremitli olmayıp, Edremit’in ekmeğini yemiş, suyunu içmişleri saysam, bir Ömer Bedrettin Uşaklı’yı ve onun Sarı Kız Mermlerleri’ni sorsanız, bir yanıt alamazsınız.  Burada onlarca Edremitli abide şahsiyet sayabilirim. Edremit’in Efelerini kısa kısa yazabilsem bir kitap olur.

Kimi zaman yazılarımda Mehmet Çakırtaş’tan, Halil Soyuer’den, Şükrü Tunar’dan, Ömer Bedrettin’den söz etmeyi görev v e bu toprakların, bu suların hakkı sayarım.

Mustafa Seyit Sutüven 1908 yılında Edremit’te doğdu.  Dedelerinin Ilgın yöresinden gelip Edremit’e yerleştiği sanılıyor. 1921 yılında Edremit Numune İptidaiyesi’ni (İlkokulunu) bitirdi. Ortaöğrenimini dışarıdan girdiği sınavlarla Balıkesir Lisesinde tamamladı.  “Köylüler Pazarı” adlı Kırtasiye dükkânı açtı. Çeşitli ticari işlerle uğraştı. Şiirle ilgisini kesmedi. 1940-1941 yıllarında Servet-i Fünun, Uyanış, İnsan ve Yeni Ses dergilerinde yayınlanan şiirleriyle ilgi gördü. Ancak, bundan sonra 1950 sonlarına değin sanat çevrelerinde pek görünmedi. 1957’den başlayarak Hisar, Türk Dili, Yeditepe, yeni Ses dergilerinde yeniden şiirleri yayınlandı. Şiirlerinde Yunan mitolojisini kullanımdaki ustalığı ve özgün lirizmi ile dönemin başarılı şairleri arasında yer aldı. Mustafa Seyit Sutüven 14 Ekim 1969 günü İzmir’de öldü. Şiirleri ölümünden sonra 1976 yılında “Bütün Şiirleri” adlı bir kitapta toplandı.

Mustafa Seyit, kendine soyad olan “Sutuven” için şunları yazmıştı:

İşte “Sutüven” şiirinin bir bölümü:

Bir kayadan duman duman

On yedi metre atlayan

Dağ kokusuyla yüklü su.

Boşluğa fırlayınca, saç

Düştüğü yerde üç kulaç

Mavi su, ak köpüklü su.

Şi'rin elindesin bugün

Eski masalların bütün

Canlanacak birer birer.

Akhalılar da bir zaman

Şair, ilâhe, kahraman,

Şi'rini burda içtiler.

Hepsi tapardı rengine,

Rastlamamıştı dengine,

Hiçbiri, mor Tesalya'da.

Öyle füsunludur bu yer

Şi'rine borçludur Homer

Çünkü senindir İlyada.

Eski, uzun zamanların,

Tığ gibi kahramanların

Türküsüdür sesin henüz.

Eski, uzun zamanların,

Tığ gibi kahramanların

Türküsüdür sesin henüz.

Dağda hayat uyandıran

Taşları duygulandıran

Bir son ilâhesin henüz.

Afrodit olmadan ilâh

Dağdan inerdi hersabah

Elde gümüş hamam tası.

…..”

Mustafa Seyit Sutüven, şiirin önceliğinin ahenk olduğuna inanıyordu. Şiir dilini bulabilmek için özel gayret gösterirdi. Bir yandan geleneği önemserken, diğer yandan yeni arayışlar içindeydi. Ahenk temini için çeşitli biçimleri ısrarla denerdi. Kafiyeye önem verirdi. Şiirlerinin çok azı kafiyesizdi.

Diyebiliriz ki, Mustafa Seyit Sutüven, Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin az tanınan, fakat Türk dilini ince bir zevkin süzgecinden geçirerek kullandığı için geniş araştırılması gereken, bir şairdi.