Yazının başlığını Realiteden Masala diye koyunca Can Yücel’in şiirini anımsadım. O masaldan gerçeğe yolculuk yapmıştı:

“Dünya öküzün boynuzları üstünde dururmuş

Her kıpırdayışında öküz, deprem olurmuş   

Oysa dünya, halkların omzu üstünde durur

Kıpırdasın da gör!”

Bilimin gerçeği şu: “Deprem, başlangıç noktası yerin içinde, derinlerinde bulunan, yerkabuğu katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi, yanardağların püskürme durumuna geçmesi gibi doğal bir nedeni olan yerkabuğu sarsıntısı.”

Bir başka bilimsel tanıma göre deprem, yani zelzele; yer kabuğunda beklenmedik bir anda ortaya çıkan enerji sonucunda meydana gelen sismik dalgalanmalar ve bu dalgaların yeryüzünü sarsması olayı.

Bir aya yakın zamandır, televizyonlarımız aracılığı ile ünlü profesörlerden hızlandırılmış deprem, yer bilim, dersleri alıyoruz. Yakında kısa zamanda unutacağımız diplomamızı alacağız.

Öğrendiklerime dayanarak, ülkemizin yüzde doksanından fazla bölümünün deprem kuşağında olduğunu, nüfusumuzun da tamamına yakınının bu kuşakta yaşadığını söyleyebiliriz. Yani depremle koyun koyuna, kuzu kuzu yaşamak zorundayız.

Dün farklıydı da bugün mü böyle oldu?

Hayır. Siz, yaratıldığından beri diyebilirsiniz. Astronomi bilimcilerine göre, dünya, dünya olduktan beri.

6 Şubat 2023, sabaha karşı, on bir il ve çevresindeki ilçeleri vuran depremin yıkıntıları gözlerimizin önünde. Hepsi beter. Ama beterin beteri sanırım Antakya’da yaşandı. Televizyonlarda ören yerlerini tanımaya çalışıyorum. Şurası dünyada ilk kez aydınlatma yapılan cadde değil miydi? Her geldiğimde uğradığım türlü türlü baharat, sabun, defne yağı aldığım baharatçılar çarşısı, şurada olması gerekirdi. Dükkanların hepsi iç içeydi. Hepsi mi, hepsi mi? Ah şurada, köprünün başında kilolarca kıtır kıtır kabak tatlısı aldığım dükkân. Yok olmuş…  Derin bir iç geçirişten sonra devam edeyim:

Antakya için ulaşabildiğim en eski deprem, MS 115 yılında olmuş. 7,5 şiddetindeymiş. 260 bin kişi ölmüş.

526 yılının mayıs sonlarında 20. ve 29. günlerinde olan deprem 7 şiddetindeymiş, Suriye ve Antakya’da yaklaşık 250.000 kişiyi öldürmüş. Depremi yangın takip etmiş ve ayakta kalabilen binaların çoğunu yerle bir etmiş. Son yüzyılın kronolojisinden hatırlatmalar yapmak istiyorum: 1930 Hakkâri, 1939 Erzincan, 1942 Niksar-Erbaa, 1944 Bolu-Gerede, 1946 ve 1966 Varto, 1971 Lice, 1983 Erzurum, 1999 Gölcük ve Düzce, 2011 Van…  24 Ocak 2020 saat 20,55'te Elâzığ’ının Sivrice ilçesine bağlı Çevrimtaş köyünde meydana gelen deprem 6,8 şiddetindeydi ve  Malatya’yı da vurmuştu.

Şimdi yaşadığımız deprem felaketi ile birlikte, son yüz yılda yüz elli bin insanımızı depremlerde kaybetmişiz.

Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ının 7. Kitabından alıntı yapmaya gerek var mı:

“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

"Tarih"i “tekerrür"  diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Derin mevzulara girmeden, niçin’leri, keşkeleri sıralamadan biz masalımıza dönelim:

Bizler, asırlar boyu, dünyanın sarı bir öküzün boynuzları üzerinde durduğuna ve öküzün kafasını salladığında da deprem olduğuna inanmışız. Hatta masallarımızda öküzün neden başını salladığına kadar ayrıntılar da yer almış.

Yalnız bizde mi var batıl inanışlar?

Örneğin Hint’lere göre, dünya, bir kaplumbağanın üzerinde duran dört fil tarafından tutulmakta. Kaplumbağa bir kobranın üzerinde dengede durmakta. Bu hayvanlardan herhangi biri hareket edince, dünya sallanmakta.

Yarın ki yazımda başka örnekler de yazıp sözü yine kendimize getireceğim.