Kimi anlatı ve rivayetlerde yaşadıkları varsayılan zamana göre aralarında elli yıllık fark olmasına karşın, Mevlâna ve Yunus Emre birlikte gösterilir.

Mesaj olarak Yunus’a övgüler ve bu övgülerden kıssalar çıkarılır:

Anlatıya göre, Yunus Emre her Konya’dan ayrılışında Mevlâna onu kale kapısına kadar uğurlardı.  Mevlâna’nın müritleri, bu duruma şaşıp kalırlardı. Bir gün sükutu bozarak, Mevlâna’ya bunun sebebini sordular.

O da: “İlahi menzillerin hangisine çıktımsa, bu Türkmen kocasının izini önümde buldum. Onu geçemedim,” dedi.

Bir başka kıssa her zaman anlatılır:

Yunus bir gün Mevlâna’ya:

“Mesnevî’yi sen mi yazdın?” demiş. Mevlâna “Evet” deyince, “Uzun yazmışsın! Ben olsam:

‘Ete kemiğe büründüm

Yunus diye göründüm,’ derdim, olur biterdi!” demiş.

Yunus şiirinde Mevlâna’yı sevgi ve saygıyla anmıştı:

“Mevlâna meclisinde saz ile işaret oldu”, “Mevlana Hüdavendigar bize nazar kılalı / Onun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır.”

Türlü anlatılara göre, Yunus, Konya’da Mevlâna’dan ders almış, Mevlâna vefat edince Yunus üzülmüş, gözyaşları dökmüştü. Mevlâna’nın türbesi yapılırken, inşaatın gönüllü ırgatı olmuştu. Omuzunda taş, tuğla taşımıştı. Yerden bir tuğla alıyor ve “Allah – Hakk” diyerek yukarı fırlatıyor, tuğla havada birkaç devir yaptıktan sonra kubbede yerini buluyordu.

Konya’yı terk etmeye karar verince Sultan Veled: “Git Yunus… Sen artık türbe değil, gönül binaları yap.” diyerek onu uğurlamıştı.

Yunus Emre, bütün aşıklar gibi sözlü gelenekte yaşatılan ürünlerle beslendi. Güzelliğe ulaşma çabasıyla ilahi aşkı, tasavvufçu şiirlerle yüceltirken, günlük yaşayışı da anlattı. Sevinçlerini ve acılarını dille getirdi, çarpıklıkları taşladı.

Bir kimsenin veya yönetimin kusurlarını, gülünç taraflarını alaylı bir dille ortaya koyan şiirlere, taşlama adını veriliyor. Divan şiirlerinin “hicviye”lerine karşılık, halk şairleri, yermek istedikleri durum veya kimseleri taşlamalarının okuna hedef tutmuşlardı. Âşık edebiyatımızda zengin bir taşlama geleneği vardı.

Yunus Emre'nin; Anadolu’yu istila eden Timur ve adamları için hicviyeler de söylemişti:

İşitin ey ulular, ahir zaman olacak,

Sağ Müslüman seyrektir, o da güman olacak….”

 Günümüzden 750 yıl önce de zamanenin hal ve gidişinden yakınmalar vardı ki, aykırı gidiş ve hareketleri Yunus Emre taşlamıştı:  Bir şiirinden birkaç beyit alıntı yapabiliriz:

Müslümanlar zamâne yatlı oldu,

Helâl yenmez, haram kıymetli oldu.

 

Okuyan Kur’ân’a kulak tutulmaz,

Şeytanlar semirdi, kuvvetli oldu.

Peygamber yerine geçen hocalar,

Bu halkın başına zahmetli oldu.

 

Tutulmaz oldu Peygamber hadîsi,

Halâyık cümle Hak’tan utlu oldu. … “

Yunus Emre şiirlerinde, toplumun sorunlarını, sosyal çöküntüleri dile getirirken ekonomik ilişkileri eleştirmişti:

“Ulu oğlu tamah eyi iş etmez

Cihan mülkü onun olursa yetmez.”

Toplumda ki ahlaki çöküntüler de Yunus’un taşlarından nasip almıştı:

Kimi avrat oğlan sever,

Kimi mülk ü hânümân sever,

Kimi sermaye dükkan sever,

Bu dünya halden haledir”

 

“Ben dervişim diyenler haramı yiyenler

Haramın yenmediği ele geçinceymiş”

Yunus Emre’nin şiirinde bulunan yergiler kendinden sonra gelen halk ve tasavvuf şairlerini etkilemiş, onlara günümüze kadar ulaşan yol açmıştı.

İslam, tasavvuf, gelenek ve görenekleri temel alarak hemen her konuda ahlaki öğütlerin verildiği manzum veya mensur eserlere pend-name adı verilmekteydi.  Nasihatnamelerde ayet, hadis iktibasları, atasözleri, kıssa ve hikâyeler yer almaktaydı. Atasözlerinin ışığında şairin veya toplumun görüşleri şiir diliyle aktarılıyordu. Çoğunlukla duygularımıza ayna olması amacıyla paylaştığımız Yunus Emre sözlerinin ilk kaynağında bir atasözü, yaşanmışlıklardan pay alınmış olaylar, menkıbeler bulunmaktaydı.