Önce, iki üç cümle ile Cahit Sıtkı Tarancı’yı hatırlatayım: 4 Ekim 1910’da Diyarbakır’da doğdu. 12 Ekim 1956’da Viyana’da öldü. Şairdi, yazardı, çevirmendi.

Benim kuşağımın önde gelen şairlerinden biriydi. "Otuz Beş Yaş" şiiriyle özdeşleşmişti. Yaşama sevinci, ölüm, yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi temalarına yer verdi. Bazı şiirleri bestelendi.

Sevgili dostlar, doğum ve ölüm yıl dönümü ekim ayında olması nedeniyle, iki gün Cahit Sıtkı Tarancı ile “35” yaştan dolayı ilgi kurabileceğimiz “Dante”yi iç içe anlatacağım:

Takvim yaprağında  1321 İtalyan şair Dante Alighieri’nin ölümü diye not var. Soy adını kimse bilmese de Dante adı sizlere yabancı gelmeyebilir. Daha da ip ucu isterseniz, Cahit Sıtkı’yı hatırlatır ve susarım ki, yazımı okumak zorunda kalasınız.

Tozpembe yıllarımızdı. Romantizm ile realizm arasında gel gitlerle dalgalanıyorduk. Romantik yanımızdaki şiir musiki, söylemek isteyip de erkekliğimize yediremediğimiz ya da hicabımızdan söyleyemediklerimizin anlatımıydı. Öyle bir platonik aşkın kıvılcımları çıngı çıngı minnacık gönül hanemize düşüyordu ki, bu yaşta bile çayır cayır yakar. Her gencin bir şiir defteri olmalıydı ki, benim de vardı.

Defterimde, Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir hayli şiiri vardı. Ah belleğim geçit verse de adlarını sayabilsem: "Abbas", "Aşk Vakti", "Batan Gemi", "Bir Umut", "Bugün Hava Güzel", "Can Yoldaşı", "Çilingir Sonrası", "Gidiyorum", "Hatıralar", "İlk Aşklar", "İki Ses", "Her Günkü Ölüm", "Gün Eksilmesin Penceremden."

İçlerinden biri var ki hayatımın sonraki yıllarında epey kafamı işgal etti. “Yaş otuz beş!” Otuz beş yaşına ulaşmama uzun zaman vardı. Önümdeki yıllar hiç bitmeyecek gibiydi. Okul bitecek, hayal dünyasından gerçek gerçek bir sevgilim olacak, işi güce kavuşacağım, evleneceğim falan falan... Cenap Şehabettin’in “Doğuyor ömrüme bir yirmi sekiz yaş güneşi” bile uzaklarda, çok uzaklardaki yaştı. Cenap Şehabettin kitabını yazmaya başladığımda bile ufkuma henüz 28 yaş güneşi doğmamıştı:

“…..

Doğuyor ömrüme bir yirmi sekiz yaş güneşi

Bir kuş okşar gibi sen saçlarımı okşarken

Koklarım ellerini gülleri koklar gibi ben

Avucundan alırım kış günü bir yaz ateşi

…….”

“Otuz Beş Yaş” şiirinde kafama “Dante gibi ortasındayız ömrümün” dizesi takılıyordu. Öncelikle o zamanki Türkiye şartlarında yetmiş yaşına çok az kişi gelebiliyordu. Bu nedenle otuz beş yaşın yolun yarısı etmesi genellenemezdi.  Sonra Dante’yi araştırır oldum:

Dante Alighieri, 1265 yılında dünyaya gelmişti. Aşkı, dokuz yaşında, kendisinden birkaç ay küçük ve soylu bir ailenin kızı Beatrice'i görmesiyle doğmuştu. Ama hiç kavuşamamışlardı. Beatrice’nin ölümüne yakınmalarını 'Şölen' adlı eserinde dile getirmişti. Venedik Dükası yanında elçilik yaptı. Başarılı olamayınca Ravenna'ya döndü. Ölümüne kadar bu şehirde yaşadı ve 1321 yılında da hayata gözlerini kapadı.

Dante, 56 yıl yaşamıştı. Yani 35 yaşı yolunun yarısı değildi. Peki 35 yaşı Cahit Sıtkı’nın ömrünün yarısı mıydı? Hayır.

Tarancı, 1910 yılının Ekim ayında doğmuştu. Asıl adı Hüseyin Cahit’ti. İlkokulu doğduğu Diyarbakır'da okumuş, orta öğrenim için Kadıköy Fransız Saint Joseph Lisesi'ne devam etmiş, lise yıllarında şiir yazmaya başlamış ve 1931'de Galatasaray Lisesi'nden mezun olmuştu. İlk şiir kitabı "Ömrümde Sükut" 1933'te yayımlamıştı. Ziya Osman Saba ile 1928'de tanışarak yakın dost olmuştu. Aralarında Türk edebiyatını etkileyen yazışmalar, Tarancı'nın vefatına kadar sürmüştü.

Cumhuriyet gazetesinde Peyami Safa ile tanıştı. Cumhuriyet gazetesi sahipleri Nadir Nadi ve Doğan Nadi'nin desteğiyle üniversite öğrenimini tamamlamak üzere Paris'e gitti. Paris Radyosu'nda Türkçe yayınlar spikeri oldu. 1938-1940'ta Sciences Politiques'te yüksek lisans yaptı. Paris'teki yaşamı sırasında Oktay Rıfat ile tanıştı.

Yarın ki yazım da 35 yaşın sırrını açıklayacağım.