Turnalardan hep sevgili haberi sorulmaz. Ya da yavukluya bir haber bir selam salınmaz. Seferberliğe gitmiş bir oğuldan da kardeşten de haber sorulur.

 "Eğlenin turnalar nedir haliniz

Gün vurdukça ışılıyor teliniz

Gönderdik gardaşı galdık yalınız

Bir de benim için ötün turnalar .. "

Halk şiiri geleneği içerisinde yetişmiş çağımız ozanları da turnalardan haber sormayı ihmal etmemiş. Bunlardan Çorumlu Aşık Veli Erdem, Bağdat ellerine giden turnalarla söyleşiyor. Onların karlı dağları aştığını hem yaz hem güz geçerek derdini deştiğini söylüyor ve sürmeli yârinden haber soruyor.  Yemin verdirdikten sonra, korkusunu dile getiriyor:

 Bağdat ellerinden gelen turnalar

Turnalar ne haber yardan ne haber hey

Şimdi benim yârim gözün sürmeler

Turnalar ne haber yardan ne haber

 

Uçup uçup karlı dağlar aşarsın

Kılavuzun yok mu niye şaşarsın

Bir yazdan bir güzden derdim eşersin

Turnalar ne haber yardan ne haber

 ……….”

Kuşkusuz ki turnalar ne haber getirir ne haber götürür. Günümüz teknolojisiyle buna gerek de yoktur. Ama gurbeti içinde yaşatanlar, turnalı türküleri, kendilerini duygu seline kaptırarak dinler ve söylerler. Yozgat’ın Deremumlu köyünde İbrahim Bakır’dan  Nida Tüfekçi’nin derlediği türküyü dinlerken çoğu zaman ağlamışımdır:

Bir çift turna gördüm durur dallarda 

Seversen Mevla'yı kalma yollarda 

Sizi bekleyen var bizim ellerde 

Bizim ele doğru gidin turnalar 

 

Turnam dertli öttün, derdimi deştin 

El vurdun, yaremin başını açtın 

Eşinden mi ayrıldın, yolun mu şaştın 

Doğru bir katere gidin turnalar 

 

……

 

 Fazla gitmen bizim köye varınca 

 Selam söylen eşe dosta sorunca 

 Sağ selamet menziline varınca 

 Benden yare selam edin turnalar 

 Bilirim ki, o turnalar, tanıdığım, içerisinde yaşadığım köyleri kasabaları geçecek, burnumda tüten yerleri görecektir.  Ama turnaların ille de aşığın memleketinden geçmesi en büyük dilek olur:

Turnalarla en çok dertleşen halk ozanlarının başında Pir Sultan Abdal gelmekte.

“Pir Sultan Abdal’ım dinim imanım,

Koy dostun yoluna olanca malım,

Yarın Kerbelâ’da akınca kanım,

Şah’a malum olsun ey telli turnam...”

 “Turnam gelir gona galka” diye başlıyor bir Eskişehir türküsü. Keskinli Hacı Taşan’dan alınan türküden bir kıta almadan geçemedim:

Allı turnam bizim ele varırsan,

Şeker söyle kaymak söyle bal söyle.

Eğer bizi sual eden olursa,

Boynu bükük benzi soluk yar söyle. 

Yüzyıllar boyunca ülkemizin kan damarı gibi hizmet etmiş yollarımız da halk edebiyatımıza turna türküleri ile girmiş. Turna türküleri bir coğrafya dersi vermiş. Obasından, köyünden henüz ayrılmamış olanlar bu türkülerden çevreyi tanımışlar, adlarını öğrenmişler.

 Bugün de bir takım kervan yollarını bunların konaklama merkezlerini turna türkülerinden öğrenmemiz mümkün.

İç Anadolu bölgesinde yaşayan Avşar'lar arasında derlenmiş ve üç bölümden oluşan bir turna türküsünün yalnız bir bölümünü örnek olsun diye sunmak istiyorum:

 Üç turna kaldırdım Yozgat dağından

İzin aldım paşasından beyinden

Kerkenez belinden Çavuş köyünden

Ilıca Hamamı'na konun turnalar

 

Ilıca Hamamından siz erce göçün

Bey Çayırşeyhinden deluce açın

Aşın Kabzacı Şaruh'u geçin

Konalganız Gemerek mi turnalar.

 

Karapınar'dan gider Kırca'nın yolu,

Bir firkat geldi de ben oldum deli,

Ortülü'den geçer Marabuz yolu

Kalender'e selam edin turnalar.

…..

 Sözlerini sunduğumuz bu türküde turnalar, Yozgat'tan kalkarak Sivas’ın Gemerek ve Şarkışla ilçelerine bağlı köylerinden geçerek Uzunyayla, Pınarbaşı köylerinde konaklıyorlar. Elbistan köylerinin üzerinden geçip Amik Ovası'na ulaşıyorlar.

İlk yıllarda, yurt dışındaki gurbetçilerimiz bu türküyü, bulundukları yerden başlatıp  yol güzergâhı üzerinden geçirerek vatana ulaştırmakta, gözyaşları dökmekteydi.

Bugün de şimdi olmayan bir takım kervan yollarını bu türkülerden öğreniyoruz.  Yıllar ötesinin okur yazar olamayan toplumuna, bundan güzel coğrafya dersi olur mu?