Gereksiz ya da aptalca bir söz karşısında “ Lafa bak hizaya gel” derler. Siz de yazımın başlığına bakıp da “Başlığa bak hizaya gel, diyebilirsiniz. Demeyiniz, yazdıysam vardır bir nedeni.

Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nden Lütfü Alıcı’nın makalesine okumasaydım, Nev’î’nin bir beytine rastlamayacaktım.

“Geldümse n’ola ben şu’arâ devrine âhir

Âdet budur âhirde gelür bezme ekâbir” 

Diyor ki, şairlerin sonuna geldiysem ne çare? İçki, dost meclisine en son ekabirler, (makamca büyük, ileri gelen, kendini beğenmişler) gelir.   Günümüzde ast solistler en son çıkar, derler ye işte öyle bir şey.

Efendim size 425 yıl önce 1599 yılında vefat etmiş olan bir Türk şairinden söz edip, bir gazelini şerh etme denemesi yapacağım. Üniversitede pek başarılı değildim. Bunu sınıf arkadaşımken, sonra hocam olan sevgili Türkay Gültekin (Kaysî) çok iyi bilir. Sonradan sonraya merak etmeye başlamıştım:

Önce Nev’î’yi hatırlatayım. Edebiyat tarihlerinde şöyle tanımlıyorlar: “Nev'î; ilim ve fazilet sahibi, rint edalı, derviş-meşrep, tasavvufa, züht ve takvaya meyilli bir şairdir. Tasavvufi yolda önce babası Pîr Ali'den, daha sonra sırasıyla Sarhoş Bali Efendi (ö. 1573)'den sonra Kurt Mehmed Efendi (ö. 1588)'den, daha sonra da Şeyh Şâban Efendi (ö. 1593)'den feyz almıştır.” Eskilerin deyimine göre Nev’î, nev’i şahsına münhasır bir şairdi.

Söz etmek istediğim, ““geçmedi” redifli gazeliydi. Ne yazık ki, detaya girmeden beyitlerin orjinalini ve altına italik harflerle anlamını yazmakla yetinecek birkaç sanat çağrışımını ekleyeceğim.   

“Ehl-i dil terk itmeyüp cām-ı ṣafādan geçmedi

Geçdi cām-ı bādeden ṣūf  riyādan geçmedi

 “Gönül ehli, safa kadehini bırakıp ondan vazgeçmedi. Sufi, şarap kadehinden geçti amma ikiyüzlülükten vazgeçmedi.”  Beyitte ehl-i dil ve sufi tipleri arasında tezat; ehl-i dil, câm-ı safâ, câm-ı bâde ile sufi, riya arasında tenasüp var. Geçti geçmedi kelimelerinin tekriri beyte ahenk katmış.

Yâr şeklin biz temâşâ eylerüz agyârda

Sanma ey zâhid bizi kim mâsivâdan geçmedi

“Ey zahit, bizi mâsivâdan vazgeçmedi sanma! Biz ağyarda yâri seyrediyoruz.”  Yâr kelimesiyle istiare ile Allah kastedilmiştir. Zahid, mâsivâ ve ağyar kelimeleri aralarındaki alaka sebebiyle tenasüp oluşturmuş. Yar- ağyar kelimeleriyle hem tezat hem cinas yapılmış. 

Nâz ile gördüm vefâdan geçdi dün ol bî-vefâ

Gelmedi benden yana cevr ü cefâdan geçmedi

  “O vefasız sevgilinin dün naz ile vefadan geçtiğini gördüm. (O vefasız sevgili) benden yana gelmedi, eziyet ve cefadan vazgeçmedi.” Beyitte “vefadan geçmek” ifadesinde Vefa semtinden geçmek ve vefa göstermemek manalarıyla tevriye yapılmıştır. Bî-vefâ kelimesi açık istiare ile sevgili yerine kullanılmıştır. Sevgili ile ilgili bî-vefâ, vefadan geçmek ve cevr ü cefâ ifadelerinde tenasüp vardır. 

Dîdemün âbı tükendi sîne pür-âteş henüz

Ten gubâr oldı dahi gönlüm hevâdan geçmedi

Gözümün yaşı tükendi ama gönlüm hâlâ aşk ateşiyle dolu, tenim toprak oldu fakat gönlüm aşktan vazgeçmedi.” 

  Aşktan gözyaşları tükeninceye kadar ağlamak, sinede aşk ateşinin ölünceye kadar yanması ve tenin toprak olmasına rağmen gönlün aşktan vazgeçmemesinde mübalağa vardır. Hevâ kelimesi, aşk ve hava manalarıyla tevriyeli düşünüldüğünde ab, ateş ve gubâr kelimeleriyle birlikte anâsır-ı erba’ayı hatırlatmaktadır.  Aşk meydanında bu dört unsur da yok oluyor ama gönül sevgiliden bir türlü geçmiyor. Beyitte âşığın yanma ve yakılışı anlatılırken klasik Türk şiirinin âşıklık anlayışı da dile getirilmektedir. 

Geçmez oldı gerçi nakd-i şi’r ile hubâna söz

Hâtır-ı Nev’î velî hüsn ü edâdan geçmedi

“Gerçi güzellere şiir sermayesiyle söz geçmez oldu. Ama Nev’î’nin gönlü güzellik ve edadan vazgeçmedi.”  Şair, böylelikle hem sevdiğinin hem de şiirlerinin güzel olduğunu söylüyor.