Çoğumuz, gönlümüze söz geçiremediğimiz zamanlar yaşamışızdır. Bilmem siz de kamyon veya minibüslerin arsasında “Gönlüme kurulmuş cehennem olsan yanarım yıllarca terk etmem seni!” yazısına rastladınız mı? Bizin de sevdiğinizi sandığım bir şarkı var: “Gök yüzünde yalnız gezen yıldızlar” Hatırladınız mı? Bu şarkı da bir mısra var ki, ezim ezim ezer, sızım sızım sızlatır yüreğimi: “Taşa geçer, kendime geçmez sözüm…”
Bu girişten sonra, Celal Sahir Erozan’dan kısa bir şiir ekleyeyim:
“BAŞIMLA GÖNLÜM
Başım dedi: Dinlen; gönlüm dedi: Koş!
Başım dedi: Durul; gönlüm dedi: Coş!
Başım yüreksizdi, gönlüm başıboş;
Varlığım arada oynadı gitti...
Başımla gönlüm edemedim eş;
Biri yüz yaşında, biri yirmi beş.
En sonunda sardı saçağı ateş;
Varlığım arada kaynadı gitti...”
Celâl Sahir Erozan genç denecek bir yaşta aramızdan ayrılmasına rağmen, edebiyatımızın “Edebiyat-ı Cedide,”, “Fecr-i Âtî ”, “Türkçülük” ve “Cumhuriyet Sonrası” dönemlerinde bulunmuştu. Seksen dokuzuncu ölüm yıldönümünde satır başları ile hatırlatmak istedim:
29 Eylül 1883’te İstanbul’da doğdu. Babası, Osmanlı’nın Yemen Valisi İsmail Hakkı Paşa’ydı. Annesi, şair Fehime Nüzhet Hanım'dı. Şiir yazmaya çocuk yaşlarda başladı.
Dokuz yaşındayken güzel şiir okuduğu için 2. Abdülhamit’in dikkatini çekmişti. Sarayda padişahın konuğu olmuş, ona şiirler okumuş “liyakat nişanı” almıştı.
On altı yaşından itibaren şiirleri Servet-i Fünûn gibi tanınmış dergilerinde yayımlanmaya başladı. Ahmed Celâl, Hikmet Celâl, Velhan, Şârık gibi mahlaslar kullanmıştı.
Servet-i Fünun dergisi kapandıktan sonra Fecr-i Âtî topluluğun kurucularından oldu. Ancak o, “Milli Edebiyat” akımı içerisinde kendini buldu. Hece ölçüsüyle şiirler yazıyor, dilde sadeleşmeyi savunuyordu. Artık toplum sorunları ile ilgilenmeye başlamıştı. Şiirde yeniliği benimsiyordu. Vezinsiz şiir yazacak kadar yenilikçi olmuştu.
Cumhuriyet edebiyatı etkisiyle yazdığı dönemde, “Kemalist” felsefenin takipçisi olmuştu:
“O GELİYOR
Yıl, 1919,
Mayısın on dokuzu.
Kızaran ufuklardan kaldırıyor başını
Yeryüzüne can veren
Cana heyecan veren
Al yüzlü oğan güneş!
Takanın burnu nasıl Karadeniz'i yırtar;
Siz de bir anda öyle yırtınız uykunuzu,
Uyanın Samsunlular!
Kurutacak gözlerde umutsuzluk yaşını
Al yüzlü oğan güneş!
Bugün Çaltı burnundan gülerek doğan güneş!
Yıl, 1919,
Mayısın on dokuzu.
Uyanın Samsunlular!
Uyumak ölüme eş,
Diriltin ruhunuzu.
Ufukta bir gemi var!
Fakat bu gemi niçin böyle yavaş geliyor?
Acaba yolu mu az, yoksa yükü mü ağır?
Bu gemi umut yüklü, inan yüklü, hız yüklü;
İçinde bu vatanın derdiyle yanan bağır,
Kurulacak yarını düşünen baş geliyor.
Bir baş ki gökler gibi bir küme yıldız yüklü!
Bu gemi onun için böyle yavaş geliyor
Yıl, 1919,
Mayısın on dokuzu.
Ufukta duran gemi gitgide yaklaşıyor
Sanki harlı bir ateş
Yakıyor ruhumuzu.
Beklemek üzüntüsü her gönülden taşıyor.
Üzülmemek elde mi?
Hız yüklü, inan yüklü, umut yüklü bu gemi!
O umut yayıldıkça ruhlara sıcak sıcak,
O hız doldukça bütün damarlara kan gibi,
Gizli gizli inleyen her yürek canlanacak,
Ateşler püskürecek uyanan volkan gibi!
Gittikçe büyükleşen
Gölgene dikilmekten
Karardı gözlerimiz.
Koş, atıl, gemi, sana engel olmasın deniz!
Ak saçlı dalgaları birer birer kes de gel!
Kuşlar gibi uç da gel, rüzgâr gibi es de gel!”
Celal Sahir Erozan, Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nun dört kurucu üyesinden biriydi. Cumhuriyet öncesinde dil tartışmalarında da dilin “sadeleşmesi” gerektiğini savunmuştu.
Atatürk'ün isteği ile TBMM’nin üçüncü döneminden itibaren vefat edene kadar (1928-1935) Zonguldak Milletvekilliği yapmıştı.
Üç kez evlendi. Birincisi Halet Hanım'dı. Bu evlilikten; Nüzhet, Nüveyre, ve Cumhuriyet gazetesi sahibi Nadir Nadi'nin eşi Berin hanımlar doğmuştu.
16 Kasım 1935'te Kadıköy’de vefat etti. Bakırköy' de bulunan aile mezarlığına defnedildi.