Mutlu olmak isteyen, yanındakini de mutlu etmeyi bilecek. Yaşamayı biz seçmedik, hayvanlar da öyle. Kendimizi birdenbire burada bulduk. Bilince erdiğimizde de anladık ki; bu dünya hepimize, hepimiz bu dünyaya aitiz. Yaşam yolculuğunda birlikteyiz, bu yolun ortaklarıyız, bu yolda sevmek ve sevilmek için, mutlu olmak için birbirimize ihtiyacımız var. Birlikte yaşarken, geleceği de birlikte inşa ederiz. Gelecek; yok ederek, öldürerek değil, ancak severek, sevilerek, yaşatarak mümkün olabilir.
Kamuoyunda “Katliam yasası” olarak bilinen, sahipsiz hayvanlara yönelik düzenlemeler içeren Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’nda tüm eleştirilere rağmen kabul edildi.
Teklif komisyondan geçti, teklifin yasalaşması halinde, şimdi bunun adı, “hayvanları koruma kanunu” olmaya devam mı edecek?.
İtlaf dediler olmadı, uyutma, ötenazi dediler olmadı. Ölümü hangi sözcüğün arkasına saklayabilirsiniz? Ötenazi sözcüğü de haklı bir tepkiye neden oldu “Hayvanları öldürmek için rızalarını mı alacaksınız” dedi insanlar.
Yıllardır yaşayıp gördüğümüz şudur ki; insanları kutuplaştırmada çok becerikli bir kadro var karşımızda. Dehşet verici bir operasyonla karşı karşıya kaldık yine. Önce büyük ve kanlı operasyonun fizibilitesi yapıldı. Medyada ve sosyal medyada, sahipsiz sokak hayvanlarına yönelik nefret ve korku yayan, konuyu manipüle eden çok sayıda haber ve içerik yayımlandı. Sonra bir anda, hayvanların katledilmesini destekleyen, “öldürülsünler” diye naralar atan insanlar çıktı ortaya. Nasıl bir akıl tutulmasıdır anlamak mümkün değil. Hayvanların yaşam hakkını savunan insanlara; hakaretler ediyorlar, ittapar, köpekperest diyorlar. Her şeyi bir kenara bırakın, bunu konuşuyor olmamız, yaşam hakkının herkese ait olduğunu anlatmaya çalıyor olmamız bile hangi utanç seviyesiyle açıklanabilir acaba?
Hayvan hakları savunucularının mücadelesi Francis Bacon’ın şu sözünü anımsatıyor bana; “insan her zaman kahraman olamaz, ama herkes insan olabilir.”
Hayvan severler; “bu dünya hepimizin diye haykırıyor” ve şunu söylüyorlar; “İnsanların, sokak hayvanları tarafından, elbette zarar görmesini istemiyoruz. Tek bir çocuk, kadın, hiçbir canımız zarar görmesin, görmemeli diyoruz. Bir sorun varsa, sorunun çözüm yolu hayvanları katletmek değildir. Her canlının yaşam hakkı vardır. Siz tasarınızı yasalaştırıp hayvanları eziyetle, ağzını yüzünü kanatarak toplayıp, gözden ırak yerlerde öldürdüğünüzde, sorun dediğiniz şeyi çözmüş olmayacaksınız. Öldürdüğünüzde diyorum çünkü; ülkedeki hayvan bakımevlerinin kapasitesi 105 bin. Yani 1393 belediyenin dörtte üçünde bakımevi yok. 4 milyon olduğunu iddia ettiğiniz sokak köpeğinin başına gelecek olanı tahmin etmek zor değil. Var olan, bakımevi denilen yerlerde ise yıllardır hayvanlara vahşet yaşatılıyor. Tek bir kişi bile bir sokak hayvanından zarar görmüşse bunun suçlusu o hayvan değildir. Yirmi yıldan fazladır bu konuda yapılması gerekenleri yapmayan yerel yönetimlerdir, 5199 sayılı Hayvanları Koruma Yasası 20 yıldır uygulanmamış, kısırlaştırma ve aşılama yapmayan belediyeler denetlenmemiştir, rant uğruna hayvan üretim ve satışına engel olunmamıştır. Şimdi kendi yanlış ve ihmallerinizin bedelini, sokak hayvanlarına ödetmek istiyorsunuz. Günahın cezasını hayvanlara çektirmek için yasa yaratmaya çalışıyorsunuz. Üretim çiftliklerinden hayvanlar oluk oluk geldiği sürece, evcil hayvan satışı devam ettiği sürece, kısırlaştırma ve aşılama yapmadığın sürece, birkaç yıl içinde sokaklar yine başıboş hayvanlarla dolacaktır. Siz katliamınızla kalacaksınız.”
Bu toprakların tarihinde Hayırsızada Katliamı diye bir utanç var. Biz daha onun ahını atamadık üstümüzden. Hayırsızada Sürgünü, 1910 yılında İstanbul’da yaşayan 80 binden fazla sokak köpeğinin toplu bir şekilde İstanbul açıklarında bulunan Sivriada’ya gönderilmesi olayıdır. Adaya bırakılan köpeklerin tamamı açlıktan veya birbirlerini yiyerek ölmüştür.
Köpeklerin adaya bırakılmasından iki yıl sonra Marmara Denizi’nde büyük bir deprem meydana gelmiş ve çıkan Balkan Savaşları neticesinde büyük bir toprak kaybı gerçekleşmiştir. Pagan inançlarında olan doğal afetleri bir olayla ilişkilendirmeye benzer şekilde, bazı insanlar yaşanan felaketleri adada ölen “köpeklerin laneti” olarak yorumladıkları için bu olayı ”Hayırsızada sürgünü” olarak isimlendirmiştir.
Ey insan! Dünya sadece senin için yaratılmamıştır. Dünyamızı güzelleştiren tüm canları korumak, hepimizin boynunun borcudur. Kedileri, köpekleri biz evcilleştirdik. Onlar bize emanet, insan olmanın onuru, bilinci ve sorumluluğuyla onları korumak zorundayız. Emanete hıyanet olmaz.
Yine, yeniden, insanlığımızdan utanmak istemiyoruz. Yapmayın ne olur, kurşunu hem kendi ayağınıza, bizlerin de hem ayağına hem ruhuna sıkıyorsunuz. Yasalar canlıları korumak içindir. Canlıları öldürmek içi yasa yapılmaz. Bu yükü hiçbirimiz taşıyamayız.
“Sap döner, keser döner, gün gelir hesap döner” demişler. Ve bizim, kederimizin ince sızısıyla; “Bir yer bulalım dünyadan uzak” şarkısını mırıldanmaya bile vaktimiz olmaz belki de. Kaçmak isteyip kaçamayacağımız ahların, ağır bedellerini de hep birlikte öderiz.
Bizler, ancak doğa var oldukça ve doğanın tüm unsurları var oldukça var olabiliriz. Sadece insanlar olarak “bütün” olamayız. Biz, doğayla, ağaçla, kuşla, balıkla, kediyle, köpekle, tüm canlarla bütün olabiliriz. Ağaç yoksa eksiğiz, hayvanlar yoksa eksiğiz, onlar yoksa biz de yokuz, onları yok edersek biz de yok oluruz.
Kızılderili atasözünün söylediği gibi; “Hayvanlara ne olduysa, insana da aynısı olur. Her şey birbirine bağlıdır. Yerkürenin başına gelen, yerkürenin çocuklarının başına da gelir.”