Birkaç gün önce yazdığım yazının başlığını, Yunus Emreden alıntılamıştım: “Ağlatırsa Mevlâ’m yine güldürür,” demiştim.
Mevlâ’m, eski deyimle cem-i cümleyi gülenlerden eylesin.
Mevla’mın ailemizi her dem güldürdüğü konulardan önemlisi komşularımızın iyiliği, güzelliği oldu.
“Komşu hakkı, Tanrı hakkı,” demiş Dede Korkut. Kuşkusuz her dinde insani ilişkilerle ilgili güzel öğütler var.
İslâm dininde inananlara yükletilen görevlerden biri de komşu haklarına ilişkin. Kuran’ın Nisa süresinin iyilik etmeyi emreden 36. ayeti;
“Allah’a ibadet edin, O’na hiçbir şeyi eş tutmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, sağ elinizin altında bulunan köle ve cariyelerinize, işçilerinize iyi davranın, onlara iyilik ve yardım edin. Bununla da övünmeyin ve kendinizi onlardan üstün görmeyin. Unutmayın ki Allah kendini beğenmişleri, övünenleri sevmez” şeklinde.
Komşuya iyilik için çaba göstermek, komşunun sorunun çözümünü yardımcı olmak, dini bir görev olduğu kadar, hoş bir uğraş olsa gerekir.
Hazreti Muhammed’in de komşulukla ilgili hadisleri, hiç unutmamamız gereken öğütleri var. Bunlardan birinde, “Her kim Allah’a ve Ahret gününe inanıyorsa, komşusuna ihsanda bulunsun, konuğuna ikram etsin” uyarısı bulunmakta.
“Mümin, komşusu aç iken karın doyurmaz” anlamına gelen bir hadisten de söz edeyim:
“Cebrail komşuluğun ve komşu haklarının öneminden o kadar söz etti ki, neredeyse komşu komşudan mirasını da alacak sandım.” sözlerini, hatırlatmaktan geçmek istemiyorum.
Komşular birbirlerine yalnız maddi açıdan değil, manevi açıdan da gereksinim duyabilirler. Komşuluğun akrabalıktan ileri olduğuna ne güzel örnek:
“Komşu gelir çeneni bağlar,
Akraba gelir ölüne ağlar” dizeleri.
Gerçi çağımızın “doğuştan çok meşgul, elektronik kuşağı”, yıllarca yanı başınızdaki dairede yaşayanları tanımadan süren apartman yaşantısı, gelenek ve göreneklerimizde var olan komşuya ilgili esirgemekteyse de, halkımızın çoğunluğu komşuluk hakkını Tanrı hakkı sayan ulusal geleneğini sürdürmekte.
Büyüklerimiz, “Aç kurt bile komşusunu dalamaz. Kapını kilitli tut, komşunu hırsız tutma! Hayır, söyle komşuna, hayır çıksın karşına,” derlerdi.
Komşuya hıyanet, emanete hıyanettir ki, emanete hıyanet, Türk gelenek ve görenekleri içerisinde en büyük suçtur. Zaten atalar “Komşu boncuğunu çalan, gece takınır,” demişler. Şu güzelliğe bakar mısınız:
“Komşu kızını almak, kalaylı tastan su içmek gibidir.”
Niçin komşu kızını almak, kalaylı tastan su içmeye benzer, derler ve komşudan çekinme, mahalle baskısı ve sosyal hayata yansımasını türkülerin kanadından seyredelim.
Bir Sakarya Geyve türküsünü de anımsamıştım: “Armut dalın eğmeli / Meyvasını yemeli / Komşu kızı dururken / Kime boyun eğmeli (kara gözlüm aman)”
Kayseri Bünyan yöresinin türküsü de aynı düşünceyi aktarıyor: “Komşu kızı sevenin (yâr döne döne döne) / Yüreğinde yağ olur mu (ağam çelebi çelebi)”
Amacım, yer yer dudaklarımızda tebessüm, düşüncelerinizde, soru işaretleri ve toplumsal yorumlar bırakmak.
Zengin evladına bedellisi çıkmadan önce, asker ocağı herkes için millet kucağıydı. Bu ocağın ilk talimini alırken “Yaylalar, yaylalar” diye koşmayan var mı? Ama türkünün bir kıtası gelir ki, söylerken vatan kuzularımızın gözleri parlar, sesi gürleşir, hayaller birisine odaklanır:
“Komşu kızını zapteyle
Yaylalar yaylalar
Yaylalar yaylalar
Bizim oğlan aşıktır
Dilo dilo yaylalar …”
Yarın komşunun komşusuna türkülerle verdiği mesajlara bir göz atalım.