Karacaahmet Mezarlığının giriş kapısının hemen solunda, Zeki Ömer Defne ile komşular. Birbirlerini severlerdi. Bitişikte bir ilköğretim okulunda teneffüs zili. Arkasından her biri çiçek olan öğrencilerin cıvıltıları eşliğinde ebedi uykusunda uyuyorlar:  Gültekin ve Müzeyyen Samancı. Ah! Dizimde derman olsaydı, fersiz gözlerimin kalbime vuran titrek çırpınışları ile bugün saygı dururdum.

Gültekin Sâmanoğlu, 2 Kasım 1927’de Konya’da doğdu. Kuleli Askeri Lisesi ve Harp Okulu’nu bitirdikten sonra Subay olarak yurdun çeşitli yerlerinde görev yaptı.  1959 yılında kendi isteği ile ordudan ayrıldı. Basın Yayın Turizm Bakanlığı’na girerek,  İç Basın Müdürü oldu.  Daha sonra Basın İlan Kurumu’na geçti.  Bildiğiniz gibi asıl soyadı Samancı. Ama şiir ve edebi yazılarında Samanoğlu soyadını kullandı.

1948 yılında Çınaraltı dergisinde yayınlanan “O Kadın” şiiri ile sanat çevrelerinin dikkatini çekmişti:

“Sen ilk iftar meyvesi ramazan sinisinde,

Sen kadın üstü kadın, gönül kavsinde saklım...

İşlenmemiş minyatür ıstırap çinisinde,

Hayal havzumun suyu ipek, ipek duvaklım;

Gençliğimi yıkayan hayat fıskiyesinde,

Harikulâde mahlûk benim çiçek dudaklım,

Sen ilk iftar meyvesi ramazan sinisinde,

Sen kadın üstü kadın, gönül kavsinde saklım.

...........”

Gültekin Sâmanoğlu Hisar dergisinin kurucuları ve mimarları arasında yer aldı. 1950 sonrası şiir ve yazılarını Hisar dergisinde yayınlamaya başladı.  Hisar’ın çıkmadığı dönemde ve kapandıktan sonra. Türk Edebiyatı, Türk Yurdu, Türk Dili ve Çağrı gibi dergilerde imzasını görüyoruz.

“Kökü mazide ati olmak” bu mısra bütün Hisarcılar gibi, Gültekin Sâmanoğlu’nun da temel sanat anlayışını oluşturmakta.

Tarih şuuru içinde gelişen, büyüyen kültür duyarlılığı, geleneğe bağlı örnek bir hayat düzeni ve sanata yıkıcı olarak değil, yapıcı olarak duyulan saygı.  Büyük sanat denizine bir katre olarak katılabilme arzusu.

Şiirinde geleneğe bağlı olarak hece veznini kullanmakta. Ancak, hecenin alışılmış şekil, kalıp ve biteviyeliğine, yeni bir biçim, ahenk ve içerik getirmiş.

Kafiyelerin dizilişinde, mısraların sıralanışında yaptığı yeniliklerle şiirlerinde öz ve muhteva bütünlüğü sağlamış. Şiir dili kusursuz taze ve değişik. Zaten o, dış âlemlerden çok, kendi iç dünyasına, hatıralarına gömülü, lirik, hisli bir şair.

 Uzun Vuran Gölge  

Çağrılı gülücükle gelecek değildi ya,

İşte kasımpatılar, işte el titremesi;

Ve kalbimdeki dolup boşalmalar, depremler.

Uzaklarda sanılan yarım yüzyıl geldi ya:

Artık kolay olmuyor, 'akşam olsun' demesi...

Duygu meleyen kuzum, kuzulamaya durmuş.

Gülüşünü sularla bir tuttuğum- yaramaz,

'Bir'ken, 'iki' olmanın yol ayrımında yorgun.

Ne bu tedirginliğim, gölge uzun mu vurmuş

Yollarına ömrümün; ellerim durduramaz.

Bu eller kaç günahın, kaç sevabın sahibi?

Kalem tutan, el tutan, ara sıra gül tutan;

Dikeni kanatsa da, ille gül, ille de gül.

Bir de üstüme yağan sevgiler, yağmur gibi:

Yaşamayı sevdiren, ben böyle avutan...

Gültekin Sâmanoğlu’na  “Şiir nedir” diye sorsanız, aşağı yakarı size şu cevabı verecektir:

“Şiir binlerce çiçekten elde edilen bir damlacık esans gibi, bir yığın sözün duygu yüklü birkaç mısrada teksif edilmesidir. Bir başka anlatımla şiir, güzelliğin nefes alışıdır. Güzellik şiirle yaşar.

Şiir, şairin ses, mana ve şekil bütünlüğü içerisinde okuyana ve dinleyene bediî zevk veren mısralarıdır.”

11 Nisan 2003’de ebediyete yürüyen Gültekin Sâmanoğlu, kimileri gibi, günde birkaç şiir yazan bir şair miydi? Elbette ki değildi. Böyle bir soruya şu cevabı vermişti: “Havasına girdiğim her şeyin şiirini yazmam mümkün olmayabilir. Üzerinde çalıştığım halde söyleyeceğimi istediğim gibi söyleyemezsem onları ya yırtar vazgeçerim veya başka bir zaman işlemek için ayırırım. Havasına girdiğim şiiri sürekli her yerde düşünürüm. Kâğıda geçiririm, kelimelerle oynarım. Şayet seversem el içine çıkarır, yayınlarım.”