Bu dizeleri, Antalya Bursa gibi illerde Muhasebe Müdürlüğü ve Defterdarlık gibi görevlerde bulunmuş olan Abdullah Çağlayan 1941 yılında yazmıştı. “Memur Andı” adlı destan şiirinin içinde yer alıyordu.
“…. "Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler / Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler / Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler. / Beyhude inat etme, salla hemen başını / Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını"
Şiir 1950 yılında Bursa’da yayınlanan beş on taşlama ile on beş yirmi kadar manzumeden oluşan “Devran” adlı kitabında yer alıyordu.
Seksen yıl önce yazılan bu taşlama için şairin başı belaya girmiş miydi? Evet, soruşturma açılmıştı ama, seksen yıl öncenin tek parti hükümetinin savcıları, bunun bir hiciv şiiri olduğunu ve soruşturmaya gerek olmadığına karar vermişlerdi.
Bugün böyle bir şiiri biri yazıp yayınlasa, hali nice olur bilemem ama, günümüz savcıları 1941’inkiler kadar hoşgörülü olmayabilirler.
İşte Abdullah Çağlayan’ın sözünü ettiğim ”Memur Andı”ndan birkaç kıta:
Eyy! Çağlayan bulmuşsun şimdi kemal yaşını…
Kazanmak istiyorsan bu hayat savaşını,
Yemelisin hakikat denen zehrin aşını,
Ne derlerse desinler, salla derhal başını,
El oğuştur, gerdan kır, versinler maaşını…
Tatar ağası gibi böyle dolaşma yaya,
El oğluna baksana ne ar kalmış ne haya..
Sen de bir dayı bulup sırtını ona daya,
Ne derse huuu!… diye hemen salla başını,
El oğuştur, gerdan kır, versinler maaşını….
Kör kadıya şehla de, incitme düz tabanı,
Düşküne nasihat ver, kodamana abanı,
Zengin ol, sen de aşır her dağdan arabanı,
Tekerine taş korlar sallamazsan başını,
Uslu otur, hoş geçin al gitsin maaşını….
Köpeklerle hırlaşma, tepişme piç katırla,
Hamamda kavga olmaz soyu bozuk natırla,
Kulağına küpe yap bu sözümü hatırla,
Kim ne derse huuu!… diye hemen salla başını,
Eğil bükül gerdan kır, zıkkımlan maaşını….
Tıkamış kulağını herkes hakkın sesine,
Bir cevahir kutusu olsan, kimin nesine..
Seni feda ederler elin çingenesine,
En iyisi huuu!.. deyip sallamaktır başını,
Eğil bükül, gerdan kır, versinler maaşını….
Unutma bu ocağın bir adı asiyaptır,
Sen de bir dolap çevir, apartmanını yaptır,
Hakikata ne gerek?..Bu memnu kitaptır,
Sana lazım olan şey sallamaktır başını,
El oluşturup, bel büküp almaktır maaşını….
……….
Diyorlar ki taç bile, baş eğilmezse konmaz,
Önünde eğilene kılıç dahi sokulmaz,
Dik durdukça başına devlet kuşu da konmaz,
Bu dünyada kaide sallamaktır başını,
El öpüp,etek öpüp almaktır maaşını…
Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler,
Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler,
Hayadan eser yoktur, nafile bütün sözler,
Beyhude inat etme, salla hemen başını,
Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını…
1941 Antalya / Abdullah Çağlayan
Benzer bir taşlama 120 yıl önce yapılsa ne olurdu? Yazımın başında sözünü ettiğim Şair Eşref’ın taşlamaları oldukça sertti. Bakınız ne diyor:
«Ey pâdişâh-ı âlem, düşman mısın zekâya?
Erbâb-ı iktidarı gördün mü saldırırsın;
Asrında kaldı millet üstadsız, kitabsız,
Havf eylerim yakında Kur’ân’ı kaldırırsın.»
Şair Eşref’in taşlamaları tahammül mülkünü aşınca Mısır’a sürüldü. Bir taşlamasında şöyle yazmıştı:
“Besmele gûş eyleyen seytan gibi,
Korkuyorsun „höt“ dese bir ecnebî
Padisahım öyle alçaksın ki sen,
İzzet-i nefsin Arap İzzet gibi!”
Günümüzde böyle bir şey yazacak biri var mıdır diye sormuyorum. Ayrıca kimse de yazmasın. Sürekli çekiştiği Arap İzzet kim? Birkaç cümlede anlatayım:
Arap İzzet Holo Paşa, 1852 yılında Şam'da doğdu. Şam'ın eşrafından Holo Paşa'nın oğluydu. 1890 yılı civarında Yıldız Sarayı'na girdi. II. Abdülhamit döneminde Mâbeyn-i Hümâyun Başkâtibi, vezir, hafiye örgütünün yöneticisi oldu.