Yaşam dediğimiz denizin içinde istemsizce sürükleniyoruz. Akıntı bizi nereye götürürse savruluyoruz kaderimizin bizi çıkaracağı limanlara. Hiç ummadığımız bir anda geçmişimizden bir duygu karşımıza çıkıyor. Eski bir sevinç, eskilerden kalbimizi hızlandıran bir anı oluyor o limanlarda.

Acının ve sevincin denizlerinden geçiyoruz. Değişiyor gözlerimize değen mavi. Bir yumru oturuyor boğazımıza. Her nefesimizde hayatın karşısında ne kadar acemi olduğumuzu bir kere daha anlıyoruz.

Bitmeyen bir şiir yeniden akmaya başlıyor aklınızdan gönlünüze. Yeniden ve yeniden aynı dizelerin arasından görüyoruz çok uzaklardan aynı anılara bakan gözleri.

Bir gökyüzüne bakıyoruz, bir denize. Sonra şaşırıyoruz bunca mavinin dünyaya nasıl sığdığına. Haftanın yedi gününe nasıl sığıyor bunca mavi?

Bitmeyen ne varsa ömrümüzde yeniden karşılaşacağımızı biliyoruz ve her karşılaşmamızda şükrediyoruz. Tek bir sözcükle, tek bir isimle doldurmak istiyoruz önümüzdeki sayfayı. Hepimizin kalbinin kendi avucumuza sığacağı gerçeği bir kere daha anımsatıyor kendini. Gerçeklerimize yeniliyor hayallerimiz.

Gökyüzü mavi, denizler mavi bunca mavi her gün yeniden nasıl sığıyor bu dünyaya?

Yol ayrımları, duraklar, limanlar. Nerede ineceğimizi, nereden ayrılacağımızı hangi limana çıkacağımıza kendimiz karar veriyoruz. Orada ne olacağına da yazgı.

Anlamak bir kere daha canını yakıyor insanın.

Özlem dünyaya sığmayan mavi gibi. Bilmiyoruz özlemin içimize nasıl sığdığını da.

Esin bazen ruhumuza sığmayan bir mavi oluyor. Bazen hiç bitmeyen bir ayrılık. Gecenin bir yerinde uyanıp onun ruhunuza fısıldadıklarını söylüyoruz kağıtlara.

Tam şu anda buluyorum yeni bir gerçeği. İnsan ayrılığın da bitmesini istemiyor. Çünkü her ayrılık aşktan yapılıyor. Ayrılık unutulunca aşk da bitiyor.

Anlamaktan yoruluyor insan, bilene bilene tükenen bir bıçak gibi.

Şimdi tahtaları gıcırdayan eski taş duvarlı bir evin penceresinden bakıyorum sokaktan geçen şarkılara. O pencereden görüyorum içinde sürüklendiğim denizi. O pencerede kıpırdayan, rüzgarla salınan perdeler ışıkla oyunlar oynuyor. Hiç ses çıkarmadan işaret diliyle bir şeyler anlatıyor bana.

Ben o pencerede yalnızca kuş yağmurları diliyorum.

Ben o pencerede geceleri sokak lambalarının ışığıyla ulaşıyorum içime sığmayan maviliğe. Artık ne gemi istiyorum ne de liman. Sadece akıp gitmek. Sessizce. Susarak.

Susmak demişken; siz hiç birisiyle karşılıklı sustunuz mu? Sesin, sözcüklerin yetmediği yerde susarak konuşuyor insan. Karşılıklı susmak ayrı bir tat bırakıyor ruhumuzda.

Acının, sevincin, aşkın ve ayrılığın denizlerinden geçiyoruz. Şenliklere, düğünlere, cenazelere düşüyor yolumuz. Bir sözcüğü bir sözcüğe ekleyerek yaratıyoruz ne varsa. Söylemediğimiz bizim olmuyor, söyleyip sustuğumuz ne varsa hayaletimiz.

Gözlerimiz her gün bir ummana açılıyor. Bir gökyüzüne bakıyoruz, bir denize. Sonra şaşırıyoruz bunca mavinin dünyaya nasıl sığdığına.

Özlem mutlaka esin oluyor şiirlere.

Bir bıçak nasıl yoruluyorsa bilenmekten öyle yoruluyoruz anlamaktan.