Bağlar bozuldu. Elmalar toplanıyor. Zeytinler olmak üzere. Kuraklık aynen devam ediyor. Gözlerimiz üstümüzden geçip giden bulutlarda. Susuzluk öyle derinleşti ki zeytinler nohut kadar ve buruş buruşlar.

Çanakkale’den Bursa’ya yaptığım yolculukta tarlalarda kalmış karpuz ve kavunları gördüm. Yüzlerce dönümde toplanmamış karpuzlar ve kavunlar kıyamet sonrası terkedilmiş yerlere benziyordu.

Ürettiklerini satamayan çiftçiler büyük borçların altında ezilmeye başladı. En korkunç acılardan biri de umutsuzluktur. Umutsuzluk canınızı yakarak sizi içinizden tüketen bir duygudur.

Umut ki yaşama sebebimizdir.

Umudun bitip umutsuzluğun başladığı yolun sonunda çoğu zaman intihar vardır.

İnsanlar huzursuz, kaygılı, suskun.

Herkesin dilinde bu sene hiçbir şey ekmeyeceği var. İnsanlar çok zor durumda. Türklerin geleneksel vakur duruşlarıyla kan kusup kızılcık şerbeti içtik diyorlar zor durumdalar.

Bulunduğum köyde petrol istasyonu çalıştıran arkadaşım satışların dörtte üç oranında düştüğünü söylüyor. Yani kimse tarlasını sürmüyor ya da ekmiyor. Durgunluğu anlatmak için yeterli bence.

Bu sessizliğin arkasında sanki devasa bir fırtına, tayfun büyüyor. Sessizce kaplıyor her yeri.

Büyük felaketler hep peş peşe gelir ve en büyük savaşların başlangıcında nedense büyük kışlar, büyük kıtlıklar yer alır ya sanki önümüzdeki günlerde mahşerin korkunç atlılarından birkaçı beraber gelecekmiş gibi geliyor bana.

Oysa Sonbahar şenliklerin, düğünlerin olduğu mevsimdir. Bütün bir yaz çalışılmış bir sonraki seneye kadar yetecek erzak hazırlanmış; fazlası satılarak diğer ihtiyaçlar giderilmiştir. İnsanlar sorumluluklarını yerine getirmenin huzuru ve neşesiyle şenlik ateşleri yakarlardı o günlerde.

Dinlenmeye ya da uykuya çekilen hayat/doğa bir sonraki bahara hazırlardı kendini.

Günümüzde bitmeyen bir döngünün içine sıkışmış durumdayız. Rüyamızda uyanıp tekrar tekrar aynı korkutucu rüyayı görmek gibi.

Uzun kış gecelerinde anlatılan masallar yok artık. Şimdinin anne ve babaları masal da bilmiyorlar. Dışarıda sessiz ve bütün gece yağan karlar yok. Kar yağmıyor diye ölmüyor bazı zararlı haşereler ve mikroplar. Küresel ısınma arttıkça zararlılarla mücadele etmek daha da zorlaşıyor.

Başka bir soru soralım; buzullar eriyince binlerce yıldır o buz kütlelerin içine hapsolmuş virüsler, bakteriler, larvalar canlanıp yeni ve hiç bilmediğimiz hastalıklarla karşılaştıracak mı bizi?

Bu sorunun yanıtı ne yazık ki evet.

Yaşadığım Çanakkale bölgesinde görülmeyen Akdeniz Meyve Sineği birkaç yıldır başımızın belası oldu. Bölgenin sıcaklık ortalamasının üç derece artmasıyla görülmeye başlanmış buralarda.

Meyvelerin toplanması bitmek üzere. Zeytinler geriden geliyor. Mevsim bu yıl yirmi gün kadar geç kaldı. Birçok meyve Akdeniz Meyve Sineğinin saldırılarından kurtulamayarak dalında çürüdü ve döküldü. Havalar bu denli sıcak giderse sonra saldıracağı meyve zeytinler.

Büyük bir felaketin olacağını hissetmiş gibi gözlerimiz uzaklarda bekliyoruz. Hepimizde bir dalgınlık hali.

Ne şenlik ateşi var bu Sonbaharda ne de bağ bozumu kutlamaları.