Bir yaz daha bitiyor.

Mevsimlerdeki değişmeyi apaçık görüyoruz. Yağmurlar zamanında yağmıyor. Sıcaklık her geçen gün artıyor. Kuraklık, kıtlık kapımızda. Onlarca sorunumuz var ama en önemli sorunumuz bazı insanların hiç değişmemesi.

Öyle bir kitle var ki varlıkları 2024 yılında ama ruhları ve görgüleri yüz yıl geriden geliyor. Türkiye’nin neresine giderseniz gidin karşınıza çıkacak insan profili ne yazık ki bu.

İnsanlar, kurumlar, gazeteler, televizyonlar sürekli tarımın sorunlarından bahsediyor. Kimse asıl sorunun insandan kaynaklandığını söylemiyor. Değişmeyen, değişimden deli gibi korkan, bilgisiz ve yanlışlarını gelenek adıyla gizleyen, ilerlemek isteyeni ayaklarından yakalayıp dibe çeken insanlar aslında sorunun kaynağı.

Yaşadığım coğrafyada hayvancılık işini çok iyi yapan insanlar var. Onlarla konuşuyorum işlerinden gayet memnunlar, mutlular ve para kazanıyorlar. Birileri de sürekli ağlıyor ve yakınıyor; para kazanamamaktan, zarar etmekten bahsediyor. İki taraf da doğrusunu söylüyor. Taraflardan biri çağın getirdiği yenilikleri benimsemiş ve işini ona göre kurmuş mutlu taraf; diğeri ise tek başına babadan, dededen öğrendiği yöntemleri kullanan ve ilerleyemeyen mutsuzlar.

Sadece hayvancılıkta ilgili değil sorun. Tarımsal üretimin bütün alanlarında aynı sorunla karşı karşıyayız. Baskıcı gelenekler insanların nefes almasına izin vermiyor. Belli bir yaşın üzerindekiler çocuklarını sanki köleymiş gibi kullanmaya devam ediyor. İnsanların itiraz etmesi ya da öneride bulunması ataya karşı gelmek olarak görülüp en büyük günah kabul ediliyor.

Bunca bağnazlığın, baskıcı geleneklerin içinde buralara kadar gelmemiz de başarı olarak kabul edilebilir.

Köyler hızla boşalıyor. Artık buralarda yüz yıldır hiç değişmeyen ihtiyarlar kaldı. Zaten çocuklar, gelinler, damatlar; dedeleri, nineleri, babaları yüzünden terk etti yaşadıkları yerleri. Gelenek denilen, gençlere, çocuklara, kadınlara söz hakkı tanımayan katı kurallar kendini kanıtlamayı başaramamış insanları yaptıkları işlerinden uzaklaştırdı.

Kişiyi baskı altında tutup birey olmasına, varoluşunu gerçekleştirmesine izin vermezseniz o insandan hayat karşısında başarı bekleyemezsiniz.

Bazı insanlar hâlâ babalarının yanında çocuklarını sevemediklerini sanki matah bir şeymiş gibi anlatmaya devam ediyor. Bu davranışı da saygı göstermek olarak niteliyor. Babasının kendisine empoze ettiği bu davranış kalıbını da kendi oğlundan bekliyor. Buna benzer bir sürü saçma sapan gelenek uygulanmaya devam ediyor.

Bu kısır döngünün dışına çıkmayı başarmış insanlardaki ilerlemeyi hemen fark ediyorsunuz. Daha başarılılar, daha çok üretiyorlar ve bütün bunların doğal sonucu olarak da daha çok kazanıyorlar. Bu insanların çocuklarına yaklaşımındaki olumlu yönde farklılığı da görüyorsunuz.

Doğduğu ortamda bu kısır döngüyü kıramayan bireyler de çareyi yaşadığı ortamdan uzaklaşmakta, kaçmakta buluyor. Büyük kentlere gidiyor. Üretim aracı olarak kullanabileceği toprakları terk ediyor. Oysa insan kendinden kaçamıyor. Nereye gitse kendini, acılarını, komplekslerini, geçmişini de yanında götürüyor.

Yatırım insana yapılmalı. Tarımı, sanayiyi ve diğer sektörleri kurtarmaya çalışmak boşa harcanan zamandır. İnsana yapılan yatırım her alanda gelişmeyi sağlar. İnsana yatırım yapıp insanları eğitirseniz eğitilmiş insan tarımda, sanayide ilerlemeyi, kalkınmayı sağlar. Bilimsel alanda ülkeyi bambaşka aşamalara taşır.

Elbirliğiyle insanların mutsuz olduğu bir ülke yarattık. Huzurumuz yok.

Mutsuzum, mutsuzsun, mutsuzlar.