Bir önceki yazıda “toplumumuz faizin emlak (veya diğer sektörler) üzerindeki etkisinin kredili satış oranları ile sınırlı olduğu kanaatine sahip ancak bu büyük bir yanılgı” iddiasında bulunmuş ve bunun faizi anlamak başlıklı bir diğer yazının konusu olduğunu söylemiştim. Bugün bu konuya değineceğiz ve faizin genel ekonomik ortama yaptığı baskın etkiyi irdeleyeceğiz.
Herhangi bir ülkede herhangi bir ekonomik kötüye gidiş veya kriz anında gözler ilk olarak o ülkenin merkez bankasına döner ve faiz kararı beklenir. Asya, Avrupa, Amerika veya Afrika ülkesi olması sonucu değiştirmez çünkü faiz, bir ekonomideki nakit akışını yönetmenin en etkin enstrümanıdır. Faiz kararı ile ekonomiyi canlandırabilir, soğutabilir veya durdurabilirsiniz. Ülkemizdeki durum ve uygulamalar ise, olumlu ve olumsuz anlamda ekonomi kitaplarına girecek kadar kıymetli tecrübeler içeriyor. Öyle şeyler yaptık ki, faiz neymiş yeniden keşfettik.
Her şey birkaç yıl önceki “faiz sebep midir yoksa sonuç mudur” tartışması ile başladı. Siyasi irade yüksek faizin yüksek enflasyona sebep olacağını iddia ederek “faiz enflasyonun sebebidir” dedi. Ekonomistler ise asıl düşük faizin enflasyona sebep olacağını iddia ederek “faiz enflasyonun sonucudur” dediler. Asa kimde ise Musa o oldu ve siyasi irade faizleri, ekonomistlere göre olması gereken oranın (yani enflasyon oranının) altına düşürdü. Bu durum paraya erişimi kolaylaştırdı ve hemen her sektördeki talebi artırdı. Hatırlayın… Ev, arsa, araba, altın, dolar, borsa hatta şampuan satışları bile patladı. Kim neye ulaşabiliyorsa almaya, neyi depolayabiliyorsa tedarik etmeye yöneldi. Bu talep patlaması kaçınılmaz bir enflasyona sebebiyet verdi. Hiçbir şey almayı düşünmeyen ekonomik okur yazarlar bile bankadan kredi çekip dolara veya altına yatırdılar çünkü çektikleri kredinin yıllık %15 maliyeti varken dolar veya altının yıllık getirisinin daha yüksek olması kaçınılmazdı. Her şey birbirini tetikleyerek korkunç bir dolar ve enflasyon patlaması yaşanmasına neden oldu.
Ardından bunun yanlış olduğunu yaşayarak öğrendik ve yeni ekonomi politikasına geçiş yaptık. Bu politikanın başrolü de değişmedi: Faiz. Bu defa faizi yükselterek tersi bir politikaya geçtik. Bu da paraya erişimi sınırlayarak pahalı hale getirdi. Düşük faiz döneminde 1milyon₺ kredi kullanıldığında yılda 150bin₺ faiz ödenirken, yeni dönemde 500bin₺ faiz ödenmesi gerekti. Bu da kredili işlemleri büyük oranda durdurdu. Fakat toplumsal olarak asıl gözden kaçırdığımız konu faizlerin krediler değil, mevduat üzerindeki etkisi. Aynı mantıkla mevduata bakıldığında; düşük faiz döneminde 1milyon₺’nizi faize yatırdığınızda 150bin₺ kazanıyorken, yüksek faiz döneminde 500bin₺ kazanıyorsunuz. Yılda %50 ve üzeri getiri garantisinin olduğu yerde zorunlu harcamalar dışındaki tüm harcama planları ertelenir. Yeni yatırımlar, yeni konut projeleri, kapasite artırımları da dahil…
Özetle; faizin mevduat üzerindeki etkisi, krediler üzerindeki etkisi ile yarışır hatta yer yer geçer. Anlamamız gereken şey, satışların düşmesinin nedeni krediye erişememekten ziyade, parası olanın da yüksek faiz getirisi nedeniyle harcamaya yanaşmamasıdır.
İstikrarlı ekonomik modellere kavuştuğumuz günleri görebilmek dileğiyle.