Fatih Sultan Mehmet’in askerî dehâsını, devlet adamlığını, çağlar kapayıp çağlar açan kudretini bir yana bırakalım. O, fikir ve sanat dünyasının önemli kişilerinde biridir. Derler ki, “Türk milletinin çobanından padişahına kadar şairdir.” İşte o padişahlardan biri de Fatih Sultan Mehmet’tir. Şiirlerinde Avnî imzasını kullanan Fatih, her zaman ince alçak gönüllü, sıcak ve içtendir. Kuvvetli bir lirizmle bizi sarıp kendisine hayran eder.

“Aşıka dünya-ü can terkeylemek âsân olur

Lîk cânân terkini etmek gelübdür câna güç..

diyen Fatih’e göre candan vazgeçmek kolaydır ama, sevgiliyi terk etmek mümkün değildir.

“Benim sen Şâh-ı mehrûya kul olmak iledir fahrum

Gedayı dilber olmak yeğ cihânın pâdişasından,” diyor.

“Sen ay yüzlüye, kul olmakla öğünüyorum. Sevgilinin kapısına fakir bir aşık olarak gönül bağlayıp kalmak, cihana padişah olmaktan daha iyidir.” Bunu söyleyen Fatih Sultan Mehmet gibi bir padişah, ünü dünyayı tutmuş, olağanüstü bir yaratılışta hükümdardır.

Hepiniz bilirsiniz ki, aşk güzeldir. Güzelliğiyle birlikte, başlara belâdır. Âşığın duygularını ayna olur da şair hazin hazin yansıtır. Fatih de şairlik geleneğine uyarak “ahlar, eyvahlar” etmiştir.

“Giydirir cânına zevk ile safâ hullelerin

Her kim ol sîm teni bir gece uryan eyler.”

Günümüz Türkçe’si ile “Kim o gümüş tenliyi bir gece soyacak, olursa kendi canına zevk ve sefa elbisesini giymiş olur!” diyen Fatih, istediğini istediği zaman halvetine getirecek güçte olmasına rağmen, zora dayanan bir aşktan yana değildir.

Fatih’in şiirlerinde; daha fetihten önce, Bizans surlarının arkasında varlığını hayal ettiği, sonradan kaşına gözüne methiyeler yazdığı yabancı dinden, yabancı dilden dilberler vardır. Beyoğlu güzeli için bir gün kendi kendine; “Sen İstanbul şahısın, o da Kalata şahıdır!” demişti. Onun gönlünü dolduran yine de Türk güzelleri olmuştur. Bir şiirinde “Gör ol Türk-i hatâi nûr kılmış câmı sahbayı” der ki, gönül ülkesini, Türk güzelinin nasıl yağmaladığını anlatır.

Fatih’in kuvvetli bir şair olduğu söylenebilir. Zamanla dil eskiyor, nazım şekilleri pörsüyor, düşünceler, inanışlar parlaklığını kaybediyor. . Ama içten duygulardır ki dip diri duruyor, Fatih’in işte bu içten duyguları gibi :

Kime yâr olam cihân içinde yârum var iken

Kime kul olam o şâh-ı tâç – darum var iken

Hâr-ü has neşv-ü nemâ bulur bakâı irince âh

Ben hazan-ı hecre düşdüm nev-baharım var iken

Bülbül-ü gül işi nâz ile niyâz illa benüm

Hasılım dağ-ı cefâdur lâlezârum var iken..

İntisâbum hidmetüm bi rağbet oldu âkıbet

Hâr-u zâr oldum âziz-ü-kâmkârum var iken,

Leşker-i gam şâh-ı âşka nice bulsun dest-res

AVNİ’yâ meyhane gibi bir hisarum var iken.

Fatih burada ağlayan bir gönül, yalvaran bir ruhu terennüm ediyor. Sevmek, gerçeklerden ayrılmak, bir hayal dünyası içinde, küçüle küçüle yok olmak demektir. Dünyayı emrine alan koca hükümdar, sevgilisinden şikâyet ediyor, ümitsizliğini bildiriyor. Fatih, dünyayı fethe çıkan hükümdar değildir. Aşk dünyasında Onun çelikten iradesinin hükmü yoktur...

Fatih’in en büyük ve en parıltılı zafer tacını hazırlayan onun fetih kılıcının ışıkları şiirlerinde yoktur. O yalnızca ince ruhlu bir insandır.

Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi Büyük Fetih’in üzerinden 550 yıl geçti. Bugün neredeyiz ve Fatih’in gücünden, kişiliğinden alınacak bir ders var mıdır?

Fatih Sultan Mehmed henüz yirmiüç yaşlarındadır. Tarihin bir çağını kapamış, bir çağını açmıştır. Bugün yirmiüç yaşındaki oğullarımızın kızlarımızın fethedeceği bir başka İstanbul yoktur. Ama, insanlık, bilimde ve sanatta nice fetihlere muhtaç ve gebedir.

Arif Nihat Asya’nın Fetih Marşı’nı, bu gözle yorumlamak gerekir :

Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek,

Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek

Kelpetenlerle surun dişleri sökülecek.

Yürü, hâlâ ne diye oyunda oynaştasın

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.

Sen de geçebilirsin yârdan, anadan, serden

Senin de destanını okuyalım ezberden,

Haberin yok gibidir taşıdığın değerden.

Elde sensin, dilde sen gönüldesin, baştasın

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.

Sen de geçebilirsin yârdan, anadan, senden

Senin de destanını okuyalım ezberden,

Haberin yok gibidir taşıdığın değerden.

Elde sensin dilde sen gönüldesin, baştasın

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.

Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini

Göster kabaran sular nasıl yıkar bendini,

Küçük görme, boş görme delikanlım kendini.

Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın...

Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir. Süleyman’dır.

Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinandır.

Haydi artık uyuyan destanını uyandır!

Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın,

Kızım sen de Fatihler doğuracak yaştasın...

Delikanlım, işaret aldığın gün atandan,

Yürüyeceksin... Millet, yürüyecek arkandan,

Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan

Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın,

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın...

Bırak bozuk saatler yalan yanlış işlesin.

Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın,

Yürü aslanım fetih hazırlığı başlasın.

Yürü hala ne diye kendinle savaştasın,

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.