Dünkü yazımda dünya kadınlar gününden başladım, sözü 6 Şubat depremi kadınlarına getirdim. Gerçek olan o ki, geçmişten geleceğe her günümüz kadınlarımızın, onlar bizim baş tacımız. Onlara kalkan eller, kötü emellerle bakanlar iki dünyada da azaptan mahrum olmasınlar.

Geçmişten geleceğe dedim, Belki Erzurum’un düşman işgalinden kurutuluşu aklıma düşürdü: Nene Hatun.

1877 yılı kasım ayının ikinci haftasıydı. Rus askerleri Erzurum Aziziye tabyasını basmıştı. Kara haber ulaştı. Minarelerden sabah ezânı yerine "Moskof Aziziye'ye girdi!" sesleri yükselmeye başlamıştı. Bir anda bütün Erzurum ayaklanıverdi. Tüfeği olan tüfeğini kaptı, olmayan eline ne geçirdi ise; tırpan, kazma, kürek, sopayı alıp sokaklara döküldü.

Kenar mahallede oturan bir taze gelin vardı. Kocası cephedeydi. Bir gün önce, ağabeyi cepheden yaralı gelmiş ve kollarında can vermişti. "Moskof Aziziye'ye girdi" seslerini bu taze gelin de duymuş, ağlamaya başlayan üç aylık bebeğini emzirip, uyutmuş, "Seni bana Allah verdi, ben de seni Allah'a emanet ediyorum yavrum" diye mırıldanmıştı.

Şehit kardeşini alnından öperken "Seni öldüreni öldüreceğim ben de" demişti. Satırı kapmış sokağa fırlamıştı.  O da Aziziye’ye doğru koşmakta olan kadınlı-erkekli, taşlı-sopalı kalabalığın arasındaydı. Aziziye'de boğaz boğaza kanlı bir dövüş başlamıştı. Balta, tırpan, kazma ve sopası olmayan pençeleriyle Moskof’un gırtlağına yapışıyordu.

İki bin Moskof askeri ölmüştü ama, biz de çok şehit vermiştik. Yaralılar arasında taze gelin de vardı. Aldığı yaranın etkisiyle kanlar içinde yere yıkılmıştı. İşte bu taze gelinin adı Nene Hatun’du. Doksan sekiz yıl yaşadı. Bir kahramanlık sembolü olarak tanındı ve anıldı. Ömrünün son yıllarını "Üçüncü Ordu'nun annesi" olarak geçirdi. 22 Mayıs 1955 günü Erzurum'da öldü.  Aziziye Şehitliğine gömüldü.

Aslında Nene Hatun; Şerife Hanımların, Kara Fatmaların, Topal Gülizarların hasılı bütün Türk kadınlarının sembolüydü. 

Bu kadar mı?

Demirci’li Nazife Hanım, Bigadiç cephesinde askerlerimize ekmek götürürken Yunanlılar tarafından gözaltına alınmış, sorgulanmıştı. Günlerce işkence görmüştü ama, Kuva-yı Milliye’nin yerini söylememişti. Düşmanların yüzüne, «Yerlerini bilsem bile size söylemezdim» diye haykırmıştı.  Düşman Demirci’li Nazife Hanım’ı fırına atıp, yakarak hıncını almıştı.

Gaziantep’te Fransızlara karşı savaş veriliyor, Yirik Fatma’da yiğitlerimizin yanında yer almak istiyordu. Gelmesini istemeyenlerin karşına çıkmış, «Benim kanım, sizinkinden daha mı şirindir?» diye sormuştu.  Yirik Fatma, düşmana ilk silah sıkanlardan biri olmuştu.

Mersin-Tarsus arasında çarpışan askerimize Gülsüm Bacı su taşıyordu. Silah almasına izin verilmiyordu. Bir gün eline geçirdiği silahı düşmana doğrultmuş ve iki el atmış, sonra «Artık ölsem de gam yemem» demişti.

Tayyar Rahmiye, Osmaniye’de düşman karargahına saldırmak için tereddüt geçiren askerlerimizin karşısına geçmişti: «Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürüklenmekten ve saklanmaktan utanmıyor musunuz?» diyerek ileri atılmıştı.  Bu saldırı sırasında Fransız karargahının önünde alnından vurularak şehit düşmüştü.

Ayşe Hanım’ın, Birinci ve İkinci İnönü savaşlarındaki kahramanlığı dillere destan olmuştu. Toros Dağlarını çok iyi bilen Hatice Hatun, gerilla taktikleri uygulayarak, düşmana darbeler vurmuştu.

Adile Çavuş’lar, Ayşeler, Emineler, Melekler... Yüzlercesinin çoğu «Kara Fatma» takma adıyla anılmışlardı. Düşman işgaline karşı koymak için savaşan her Anadolu kadını bir Kara Fatma’ydı.