Bir röportajda, annesi demans olmuş biri anlatıyordu; “Annem hastalığın şimdiki aşamasında her zamankinden daha mutlu ve huzurlu. Ben de kendimi böyle avutuyorum. İlk dönemler çok acıydı bizim için. O unuttuğuna çok üzülüyordu, ben elimden bir şey gelmemesine kahroluyordum.

Şimdi beni unutması bana çok büyük acı verse de, o geçiş dönemini atlattığına seviniyorum. En azından artık tamamen unuttuğu için ilk kez mutlu; belki de hayatla barışması için unutması gerekiyordu.”

Türkiye’de 600 bin Alzheimer demanslı olmak üzere toplam 1 milyon demanslı hasta varmış. Dünyadaki sayı 55 milyon ve 2050 yılında bunun150 milyona ulaşılacağı tahmin ediliyormuş. Sebebini de şöyle açıklamışlar;  Avcı-toplayıcı atalarımızdan miras kalan yüz bin yıllık genlerimiz bizim hâlâ 30’larımızda ölmemizi bekliyor ama modern yaşam insana bunun üç misli hayat sunuyor; kültürel evrimin tümü biyolojik evrime anında yansımıyor. Tedavi konusunda ise bilim tam bir çözüm üretebilmiş değil. Yani bugün, uzayan hayatlarımızla birlikte her birimiz potansiyel bir Alzheimer hastasıyız. Bir noktadan sonra yeni hatıralar oluşturamayabilir ve var olanları da yavaş yavaş unutarak, hayatımızı zihnimizden silip atabiliriz.

Prof. Hakan Gürvit açıklamış; Alzheimer, beyinde protein birikimleri sonucu yavaş seyirli hücre ölümüne sebep olan nörodejeneratif hastalıkların en sık görülenidir. Bu protein birikintileri beynin belli coğrafyasını sever, oraya yerleşir. Tipik Alzheimer, “epizodik belleği, yani otobiyografimizin saklandığı bölgeyi sever (anılar coğrafyası) ve ilk olarak oraya yerleşir.  Demans, şemsiye terimdir. Latinceden gelir. Mens, zihin; demans ise zihinsizleşmek demektir. İnsanı zihinsizleştiren yüzden fazla neden vardır. Sokaktan rastgele yüz tane demanslı kişi seçseniz, bunların 60-65’i Alzheimer hastalığına bağlı olacaktır. Alzheimer hastaları, demans aşamasına geldiğinde bu terime göre “zihinsizleşmiş” olurlar. Yani demans bir sonuçtur. Alzheimer hastalığı kronik bir demanstır; insanı yavaşça demanslı yapar.

Öte yandan, insanlar ölüp gitse, hatta unutulmuş bile olsalar, anıları ve hisleri yaşamaya devam eder. “Seninle Başlamadı” Mark Wolynn’nin çok güzel bir kitabıdır. Hatta bu kitap üzerinden dizi de yapılmıştı; “Kalıtımsal zincirde yer alan acı,  her zaman kendi kendine sona ermeyebilir ya da zamanla azalmayabilir. Asıl travmayı yaşayan kişi ölmüş, hikâyesinin üstü örtülmüş ve yıllar içinde saklı kalmış olsa bile, hayat tecrübesine ilişkin parçalar, anılar ve hisler yaşamaya devam edebilir. Âdeta yaşayan kişilerin zihinlerinde ve bedenlerinde çözüm bulmak için geçmişten günümüze uzanır.”

Bu durumda bizim de William Faulkner’in ünlü sözünü söyleme hakkımız doğmuştur. “Geçmiş asla ölmüş değildir. Geçmiş geçmiş bile değildir.”

Bazen de unutmamak için,  hep hatırlamak için uğraşılır. Avustralya’da bir yas tutma geleneği varmış. Diyelim ki sevdiğiniz birini yitirdiniz.  Mutfak dolaplarında eşyaların yerlerini değiştiriyorsunuz. Dolaba elinizi attığınızda, aradığınızı alıştığınız yerde bulamıyorsunuz. Bunu fark ettiğinizde eş anlı olarak aradığınızda bulamayacak olduğunuz insanınızı hatırlıyor, yokluğunu yeniden hissedip yasınızı tazeliyorsunuz.

 “Her şey zıddıyla var olur” sözünü bilirsiniz. Şiddete dayalı, engelleyici unutturma biçimlerine bakın. Zihin yıkama, algı yönetimi, manipülasyon gibi güç aygıtlarını kullanarak yok etmeye, unutturmaya yönelik politikalar, paradoksal bir biçimde zamanla istenilenin tam tersi etki yaratmaktadır. Kitapları yasaklayarak ya da yakarak, birilerini ya da fikirleri yok etmek, unutturmak mümkün olabilmiş midir?  Hayır, aksine, ancak unutulmaz olmalarına katkı sağlamıştır. Ne demişti, şair; “Gitmek sadece bir eylemdir, unutmak ise kocaman bir devrim.”

Her şey zıddıyla var olur, sözüyle devam edelim. Biz travmaları bastırmak, unutmak istedikçe onlar sürekli açığa çıkar. Unutmak için, bastırmaya çalışmak değil, yeniden hatırlamak gerekiyor. Travmanın yeniden hatırlanması, problemli durumla başa çıkmanın bir yoludur. Her hatırlamayla birlikte ruhsal yaşantılar yeniden ve başka türlü yaşanarak travmanın unutulması sağlanıyor.

 “Her şeyi hatırlamak, bir tür deliliktir.” der Freud.

Çok tekrarlamış gibi oldum ama yine , “her şey zıddıyla var olur” diyerek devam edeceğim. Unutma süreci; soyut düşünmeyi, problem çözmeyi ve önemli olanı önemsiz olandan ayırt etmeyi, en başta da hatırlamayı destekleyen bir süreç. Yani, gerekli olanı hatırlamak için gereksizleri unutmamız gerekir. Unutma olmadan ne hafızanın, ne soyut düşünmenin ne de bilginin mümkün olamayacağı kesin olarak bilinmektedir.

Geçip gideceğiz hepimiz, bir zaman gelecek, adımızı hatırlayan bile kalmayacak. Tamamen izimiz silindiğinde, ikinci kez öleceğiz. Düşünüyorum, dedemi biliyorum, dedemin babasının, adını biliyorum, dedemin dedesinin, adını hatırlayamıyorum. Ad, tek bir sözcükten ibaret ama  o tek sözcük   dahi yok, silinmiş, bitti işte. Kimse bilmiyor seni, yoksun, sanki hiç yoktun. Ne üzücü..

Ne demişti “Kulüp” dizisinde Matilda;

Hayatın ödülü de laneti de aynıdır, unutmak..