Dün arpalı türküler bitecek gibi değil, diye yazmıştım. Pek abartılı değil. Hiçbir bitki, arpalar kadar türkü dolgusu olmamıştır, dersem ne dersiniz?
Geçmişimiz ve ortaklaşa kullandığımız kültür ögelerinde arpa ağırlık uzunluk, alan ölçü birimi olarak kullanılmış.
Şimdi o uygulamaların uzağındayız. Bir iki alıntı yapayım:
Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî bilginlerine göre, 1 miskal (dinar) yetmiş iki arpa ağırlığındaymış. 1 miskal 4.25 gr. olduğuna göre bir arpa 4.25 : 72 = 0.059 gram olarak kabul görmüş. Hanefîlerde 1 miskal 100 arpa ağırlığında sayılmış. Buna göre bir arpa 4.25 : 100 = 0.0425 gr. olmaktaymış.
Eski Mezopotamya’da uzunluk, hacim, alan ve ağırlık ölçü birimlerinin temelinde beslenmenin temel öğesi olan arpa taneleri bulunuyor. Yiyim payları arpaya dayalı olurken, gündelik ücretler de kişi başına, yaş ve cinsiyete göre düzenlenmiş. Günümüzde kullanılan metrik sistem de ortalama uzunluğu 1 cm olan arpa tanelerine dayanmış.
Deyimlerimizde arpa var. Örneğin bir arpa boyu yol gideriz. Gez, göz, arpacıktır. Soğanın küçüğüne arpacık soğan denir. Gözümüzde arpacık çıkar. Arpacık şehriyemiz vardır.
Dönelim tekrar türkülere: Şimdi oyna desen utanır oynayamam. Cahillik günlerimiz de kollarımızı omuz hizasına kaldırıp baş ve orta parmağımızı şıkırdata şıkırdata, ayaklarımızı yaylandıra yaylandıra oynayışımız vardı:
“Halkalı şeker şam fıstık
Aman arpalar gara gılçık
Eğer beni seversen
Aman al bohçanı yola çık
Halkalı şeker hasiretlik çeker
Çok salınma güzel yarim
Cahilim aklim gider…”
Eski ders kitaplarında Ziya Gökalp’in şiiri bulunurdu:
“Evinin yemişi erikle elma,
Komşunun bağından hurmayı alma!
Başka dile uymaz annenin sesi,
Her sözün ararsan vardır Türkçesi!
…….
Dile, yap! Tanrı'nın sensin bileği,
Göktürk'ün sendedir yüce dileği!
Demir sana tapar, şimşek baş eğer,
İsteme, sen yarat; görme, sen göster!
Atanın içkisi köpüklü kımız;
'Arpa suyu içme' dedi bir Kırgız…”
Ziya Gökalp’in arpa suyuna karşı olması bira olmasından olsa gerek. Sanırım, bol gelip bizi de çatlatmasın, diye.
“Keş” nedir, bilir misiniz? Elbette içki, uyuşturucu gibi türlü zararlılara müptela olan, sarhoşluğu üzerinden atamayan, sefil, pejmürde tiryakilere, bağımlılara “keş” denildiğini bilirsiniz. Ama, Anadolu’da başka bir nesneye daha “keş” derler. O fakir kimselerin katığıdır. Yağı alınmış sütten ya da yoğurttan yapılan bir nevi peynirdir. Yavandır. Serttir, bozulmayıp uzun süre dayansın diye o kadar çok tuz katıp yoğururlar ki, Karadeniz’de bir kalıbını su içmeden yiyip yemeyeceklerine ilişkin bahse girerlermiş. Ama, yiyebilen çıkmazmış.
Arpadan keşe nasıl geldin, diye soran olur? Anlatayım. Anadolu’da elinden iş gelir, becerikli, hünerli kadınları anlatmak için bir kıyaslama yaparlar:
“Avrat var, arpa unundan aş yapar, avrat var, buğday unundan keş yapar”
Teşbihte hata olmaz, diye bir sözümüz var. Yalnızca mesajınızı pekiştirmek için yapılan bir benzetmedir. Yoksa, buğday da arpa da bizler için nimet. Onların değerini bilmek gerek.
Güzel yurdumuz, dış memleketlerde kapı kapı arpa buğday aramazken, insanlarımız kendi yeygileri için buğday, koşum hayvanları için arpa ekerlerdi. Onları ve ürünlerinin yetişme aşamalarını ilgi ile izlerdim. Arpanın buğdaydan kısa, deneleri tombulca, başaklarının kılçıkları sert olur ve daha erken yetişirdi. Ama buğdayla aynı zamanda çeç edildikleri olurdu. Çeç nedir? Hani bir türkü var ya:
“ Arpa buğday çeç olur / Güzeller güleç olur / Güzellerin güleci / Her derde ilaç olur …”
Çeç, sürülmüş, henüz savrulmamış, samanla karışık, tahıl yığını. Arpa, buğday tınazı ve çeçi ergenler için umut yığını olurdu. Bir yıllık uğraşın semeresi bu yığınlardı. Yeygisini tohumluğunu ayıracak, artanı satacak, giysisini, yaygısını düzecek, oğlunu everecek, kızına çeyiz alacaktı. Güzellerin güleç olması ve onların her derde ilaç olması bundandı.