Hoş geldin erguvan. Bahçelerimizi, parklarımızı, Boğaz'ın o güzel yamaçlarını ne güzel süsledin. Biliyorum baharı müjdelemedeki aceleciğin gibi, yerini başka güzelliklere bırakarak çabucak gözler önünden uzaklaşacaksın. Bu halinde de şairlerin ilgi odağı olacaksın. Günümüz şairlerinden Hilmi Yavuz'un olduğu gibi:
"Sen bir yalnızlığı koşup gittin de
Bir yerde buluşur diye, belki de..
Elbette buluşulur, orda, o yerde..
Bir hüzün töreniyle kutlanır
Bulunur bir şeyler ve saklanır
Saklanan zaman mı, yoksa yol mudur?
Aranır bahçelerde ve şiirlerde.
Kim bilir ki dün'dür, ölgündür kalbimiz
Yollarsa her zaman biraz küskündür
Yokuşlarda ve inişlerde...
Zamandır seni sardığım kumaş
Bekledin örtünsün ki yavaş yavaş..
Erguvandın, kayboldun dile gelişlerde.
Hilmi Yavuz'un şiir dünyasında erguvanların ayrı bir yeri var. Erguvanlar tadına doyulmadan geçen bir dönemin simgesi gibi. Aynaları çağrıştırıyor. Biraz buruk, biraz nostaljik ve de melankolik. "Aynalar ve Zaman"da şöyle diyor: "Erguvanlar geçip gittiler bahçelerden, / Geriye sadece erguvanlar kaldı."
Klasik edebiyatımızda en çok sözü edilen mevsim ilkbahardır. Bahariye adı verilen kasidelerde; gülden lâleye, sümbülden erguvana kadar bir çok çiçekten söz edilmiş. Erguvan, kırmızı rengiyle sevgilinin dudağını, şarabın rengini anlatmak için kullanılmış.
Bakî şöyle diyor:
Dürr ü yakut ile nahl-i murassa sandım
Erguvan üzre dökülmüş katarat-ı emtâr"
Bu beyiti günümüz Türkçe'sine "İnci ve yakut süsülü bir fidan sandım, erguvan üzerine dökülmüş yağmur damlacıklarını görünce" diye çevirebiliriz.
Açık mora bakan koyu kırmızı renge erguvanî denilir. Renk olarak zaman zaman şiirimize girmiş. En güzel tanımı Ahmet Haşim yapmış:
"Gün bitti, ağaçta neş'e söndü
Yaprak ateş oldu, kuş ta yakut;
Yaprakla kuşun pırıltısından
Havzın suyu erguvane döndü."
Elbette, baharın erguvanlardan başka güzellikleri, özellikleri var. Bir divan şairi:
"Bir cuybâr-ı mihr ü vefayım zamanede / Evvel bahar geldi bulanık değül miyem" diyor. Yani, "Ben bu zamanın bir sevgi ve vefa nehriyim. İlkbahar gelince nehirler bulanık akar. Ben de bu mevsimde bulanık akmayayım da ne yapayım" demek istiyor.
İnsanoğlu bazen yaşadığı, içinde var olduğu değerlerin, güzelliklerin kıymetini bilmiyor. Onları kaybedince "ah" ile "vah" başlıyor. Bir zamanlar Halide Nusret Zorlutuna "Git Bahar" adlı şiirinde "Çekil bu gölgeli yolda gezinme, / Bahar bakışların yine pek sarhoş. / Yanılıp gönlüme misafir inme, / Kapısı kilitli, mihrabı bomboş, / Mâbettir orası, meyhane değil!" demişti. Baharın renk cümbüşünü, coşkusunu, hercailiğini, tazeliğini kalbine kabul etmeyen şaire, bir gün gelecek, bahar özlemiyle deli divane olacaktı. "Gel Bahar" adlı şiirinde, baharın gelmesini, yolun karlarını eritmesini, bülbüllerin şarkılarını dinlemesini, güllerin kıpkızıl şarabını içmesini, dünyanın bir meyhane olduğunu söyleyecek çok güzel bahar tasvirlerinin arkasından şiirini şöyle bitirecekti:
"Gel BaharGel bahar, erit bu yolun karını,
Geçen seneleri anmayalım hiç
Dinle bülbüllerin şarkılarını
Güllerin kıpkızıl şarabını iç.
Bu dünya bir büyük meyhanedir, gel!
Gel bahar, gel bahar, yakınlarda gül!
Denize renginden armağan bırak
Ufuklarda gezin, semaya süzül
Sonra yavaş yavaş in, içime ak!
Gönlüm hasretinle divanedir, gel!"
Bahar denilince, Orhan Veli'yi anmamak ve "Beni bu güzel havalar mahvetti" dememek mümkün mü?