15 Temmuz 2016’da Türkiye, kendi yetiştirdiği ve devletin çeşitli birimlerine yerleştirdiği insanlar tarafından hançerlendi…
Türkiye uçurumun kenarından döndü.
Aradan yedi yıl geçti, görünen o ki, ne 15 Temmuz darbesini ne de 15 Temmuz darbesine giden yolun sebeplerini tam anlayabildik.
Bol bol nutuk atılıyor, hamaset edebiyatı yapılıyor ancak asıl sorun olan “Türkiye 15 Temmuz’a nasıl geldi?” kısmı konuşulmuyor.
Halk arasında bir söz vardır; kurt puslu havayı sever diye…
Darbeciler de puslu havayı, başka bir deyişle kargaşayı, karanlık ortamı, özellikle de hukuk ve liyakatsizliği sever.
15 Temmuz öncesinde jet hızıyla, kanun kural tanımadan, çoğu zaman da güya kanuna uyuyormuş gibi etrafından dolanarak kimlerin hangi makamlara geldiğini, getirildiğini hepimiz biliyoruz.
Örneğin Anayasa Mahkemesinde raportör iken Denizcilik Müsteşar Yardımcılığına atandıktan sadece 31 gün sonra Anayasa Mahkemesi üyesi yapılan, sonra da başkanvekili seçilen kişiyi ne çabuk unuttuk…
Bu sadece bir örnek, bunun gibi binlercesi vardı…
Darbeyi önlemenin en etkin yolu, başka bir deyişle darbenin panzehiri hukuk ve liyakattir.
Hukuk kuralları işliyorsa, herkes hak ettiği makama atanıyorsa, birileri gökten zembille önemli makamlara getirilmiyorsa darbe de olmaz.
Ancak hukuk işlemezse, hatır gönül işi devlette egemen olursa, belli bir kesim kayrılırsa darbecilerin en sevdiği hava oluşur.
Bir bakmışsınız ki altınızdaki sandalye çekilir, en güvendiğiniz insan namluyu doğrultur…
FETÖ hukuk dışı yollarla, liyakatsiz kişileri en etkili makamlara getirmişti…
Bunun bedelini çok ağır şekilde ödedik, ödemeye de devam ediyoruz.
Şu anda ülkemizde hukuk kurallarının tam uygulandığını, liyakate önem verildiğini söyleyebiliyor muyuz?
15 Temmuz darbesine rağmen birçok insan yine kayrılarak, hukuku dolanarak önemli makamlara getirilmedi mi?
Bir kişiyi rektör atayabilmek için bir gecede kanun değiştirilmedi mi?
O kişi rektör atandıktan sonra kanun değiştirilip yine eski hale getirilmedi mi?
Birileri eskiyi aratmayacak jet hızıyla yine Anayasa Mahkemesi üyesi yapılmadı mı?
Daha da önemlisi bir kamu kurumunda şu cemaatten insanların, başka bir kamu kurumunda şu tarikattan insanların etkin olduğu konuşulmuyor mu, hepimiz birçok şeyi gözlerimizle görmüyor, yaşamıyor muyuz?
Amacım birilerini hedef almak veya belli makama gelen insanları suçlamak değil…
Ancak 15 Temmuz öncesi yaşadığımız acı tecrübeyi hatırlatmak istiyorum…
Aynı hataları tekrarlamayalım…
Hukuk ve liyakat olmazsa puslu hava oluşur…
****
Mayamız Türklüktür
Düşünsene; köydesin, tarlada uğraşıyorsun…
Gazetelerden Yunanlıların Ege’de işgale başladıklarını okuyorsun.
Yaşadığın köye çok uzaktalar. Sana gelene kadar durdurulacaklarını ve köyüne gelemeyeceklerini düşünüyorsun.
İki gün sonra gazeteye bakıyorsun. Komşu şehirdeler. Yolu yarılamışlar.
Endişeleniyorsun. Birkaç gün sonra gazete de çıkmaz oluyor.
Çevre köylerden haber geliyor. Hepsinin basılıp yakıldığını duyuyorsun. Bıçak kemiğe dayanmış. Gidecek yerin de yok. Bekliyorsun.
Sabah oluyor, akşam oluyor sonra tekrar sabah oluyor. Belki bizim köye gelmezler diyorsun.
Köyden silah sesleri gelmeye başlıyor. Kaçınılmaz son geliyor.
Artık senin köyündeler.
Düşünüyorsun. Eşini, kızını ve oğlunu kilere saklıyorsun. Silahını alıp evin camından dışarısını gözlüyorsun. Dakikalar sonra evin önünde 30 kişilik düşman müfrezesi görünüyor.
Basıyorsun tetiğe… Biri indi. Bir daha basıyorsun. Bir düşman daha indiriyorsun… Üç dört beş derken mermin bitiyor.
Dalıyorlar evin içine. Dipçik ile suratını dümdüz ediyorlar. Aman beni vurup gitsinler de ailemi bulmasınlar diye dua ediyorsun.
Buluyorlar.
Askerlerden üçü “Biz bunu bir sorgulayalım” deyip pis pis gülerek eşini sürükleyip ahıra götürüyor.
Diğer üçü de kahkahalar ile “Biz de bunu sorgulayalım” deyip kızını bahçeye çıkarıyor.
Askerlerden biri oğlunu işaret ediyor.
“Öldürün bunu. Büyüdüğünde intikam almak ister.”
İki asker vurmak için oğlanı evin arkasına götürüyor. Çaresizsin. Beni vurun onlara dokunmayın diyorsun ama nafile…
Ellerin bağlı. Bir şey yapamıyorsun.
“Her şey buraya kadarmış” diyorsun.
Tam bu esnada köyde silah sesleri başlıyor.
Ancak bu sefer çığlıklar köylülerden değil düşman askerlerinden geliyor. Türk askeri giriyor köye…
Beş yiğit Mehmetçik evin arkasına koşuyor, oğlanı kurtarmak için. Düşman askerini indirip oğlanı kurtarıyorlar.
Dört yiğit Mehmetçik ahıra saldırıyor, eşinin ırzına geçmesinler diye. Son anda yetişiyorlar. Orada ki düşman askerini de vurup senin hatunu kurtarıyorlar.
Diğer yiğit Mehmetçikler evin bahçesine dalıyor. Kısa sürede çatışma bitiyor. Kıza da zeval gelmeden kurtarıyorlar.
O asker senin canını, namusunu, şerefini kurtarıyor.
Şimdi sen bu askerlere; “Oruç tutuyor musun, namaz kılıyor musun, cumaya gidiyor musun, hangi partilisin, mezhebin nedir, dinin nedir?” diye sorar mısın?
O noktadan sonra senin için önemi olur mu?
Bizi birleştiren partimiz, rengimiz, dinimiz ya da mezhebimiz değildir.
Bizi birleştiren maya akrabalıktır, Türklüktür…
Birbirinize sahip çıkın. Sizin köyünüze sıra gelmeden...
Anadolu’yu vatan yapan, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” diyerek bağımsız ve özgür Türkiye Cumhuriyetini kuran, eşsiz, yüreğinde sadece vatan sevgi ve şuuru olan önderimiz Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜR ile kahraman ve fedakâr komutan ile silah arkadaşları ecdadımızı saygı ve minnetle anıyorum.
(Turgut Özakman’dan alıntıdır)
***
TEBESSÜM
Yanlış ilaç
Temel, çok öksürüyormuş, doktora gitmiş, derdini anlatmış. Doktor da Temel’e öksürük ilacı yerine yanlışlıkla müshil vermiş ve demiş ki:
- Bir hafta boyunca yemeklerden sonra iç ve yanıma gel.
Temel, bir hafta sonra gelince doktor sormuş:
- Öksürüğün nasıl oldu?
- Cesaret edip de öksüremiyorum ki…
****
GÜNÜN SÖZÜ
Kaptanı usta olmayan gemiye, her rüzgâr kötüdür.
George Herbert