Lozan Antlaşmasının 100. yılı… Türk’ün yeniden bağımsızlığının tescillendiği tarihten bugüne 100 yıl geçti.
KUŞBAKIŞI
Ancak Lozan Antlaşmasını hazmedemeyen, karalamak için var gücüyle çalışan, Sevr’i tekrar hortlatmak isteyen azımsanamayacak bir kesim var.
Daha da hazin tarafı, bu kesime inanan bir cahil sürüsünün olması…
Türkiye’nin güya egemenliğini ipotek ettiğini, Lozan Antlaşmasının gizli maddeleri olduğunu, 100 yıl sonra ortaya çıkacağını, hatta madenlerimizi bile Lozan Antlaşmasının gizli maddeleri yüzünden çıkaramadığınız yalanını yayanlara inanan bu kadar çok cahilin olması gerçekten hazindir.
Cumhuriyet tarihini bilmedikleri gibi torunuyuz diye övündükleri Osmanlı tarihinden de habersizler. Osmanlı öncesi Türk tarihini yok sayacak kadar bilmiyorlar.
Okullarda ne yazık ki, tarihimizi öğretemiyoruz.
Gençlerimiz; Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet tarihine sınıf geçmek için çalışıyor, sınıf geçince de gerisini umursamıyor. Tarihimizi, okulda biraz daha yüksek not alabilmek ve üniversite sınavlarında birkaç soru daha fazla çözebilmek amacıyla öğreniyorlar. Sınav bitince de unutuyorlar.
Örneğin Atatürk, Cezayir’i Lozan’da verdi diyebiliyor… Cezayir’i kaybettiğimizde Atatürk daha doğmamıştı bile…
Lozan’da 12 adaları kaybettik yalanı yayılıyor; Lozan Antlaşmasından 10 yıl önce gitmişti.
Kara propaganda ve yalanı yaymak, doğru olana inandırmaktan çok daha kolaydır.
Bunu çok iyi bilenler, yıllardır gençlerimizin beyinlerini kirli bilgilerle dolduruyor, uyduruk yalanlarla gençlerimizi kendi tarihimize düşman ediyorlar.
Asıl dertleri Lozan Antlaşmasında kazandığımız zaferi gölgelemekten öte, paçavra gibi yüzlerine çarptığımız Sevr Antlaşmasının intikamını almaktır.
Türk’ün bağımsızlığını hazmedemeyenler, tıpkı Kurtuluş Savaşında olduğu gibi her türlü yalana başvuruyor, her türlü karalama propagandası yapıyor.
Kurtuluş Savaşına karşı çıkmalarının da Atatürk ve milli kahramanları sürekli kötülemelerinin de temel sebebi Türklerin bağımsızlığını hazmedememeleridir.
Dikkat ediniz, Kurtuluş Savaşında içeride hangi zihniyetle savaştıksa, hangi çevreler ve işbirlikçiler Kuvayı Milliye kahramanlarını durdurmak için mücadele ettiyse bugün de aynı kafa yapısı, aynı cephedekiler Cumhuriyet’e karşı daha doğru ifade ile Türklerin bağımsızlığına karşı mücadelesini sürdürüyor.
Ne yazık ki, cahillerden ve cehaletten besleniyorlar.
Cehaletten beslenenler, milletimizin ve özellikle gençlerimizin cahil kalması için varını yoğunu ortaya koyuyor.
Tek çaremiz eğitim, daha iyi bir eğitim…
****
Diyap Ağa
Diyap Ağa (Yıldırım), 1831 yılında Tunceli Çemişkezek’in Eğerek Köyünde dünyaya geldi. Ovacık -Hozat aşiretlerinden Ferhatuşağı aşiretine mensuptur.
Babası Seyyit Han’dan sonra aşiretin başına geçti.
Diyap Ağa, Dersim civarında teşkilatlanmaya gelen 6 Ermeni komitacıyı yakalamış ve Padişah II. Abdülhamid’e teslim edilmek üzere Yıldız Sarayına yollamıştır.
Mustafa Kemal, Millî Mücadele’yi başlattığı zaman Diyap Ağa tam destek vermiş ve 23 Nisan 1920’de ilk Büyük Millet Meclisi’ne Dersim mebusu olarak girmiştir.
O günleri Diyap Ağa’dan dinleyelim:
“Gâvur Anadolu’yu sardı. Hepimizi bir düşünce aldı. Din ve diyanet, ırz ve namus, Türklük tehlikeye düştü. İşittik ki, Erzurum taraflarında can kurtaran bir Paşa çıkmış. Meclis kuracakmış. Onu hep gözledik. Öğrendim ki, bu Paşa’nın adı Mustafa Kemal imiş. Onun büyük yüzünü görmeğe can attım. Fakat o zaman kısmet olmadı. Sonra Sivas’a oradan da Ankara’ya gelmiş. Bu zaman bizden iki mebus istedi. Herkes korktu, ihtiyar halimle vatanı kurtaranların yanına koşmayı, hatta başımı bile vermeyi göze aldım. Bana ‘gitme ölürsün’ dediler. Zaten herkes mahvoluyor, varam, gidem, onlara ulaşam, hep beraber ölek!” dedim.
Ankara’da mebus iken Yunan ordusu, Polatlı yakınlarına ulaşınca Meclis’in taşınması gündeme gelmiş, Diyap Ağa söz alarak; “Lâfım kısadır! Beyler, biz buraya kaçmaya mı geldik, yoksa dövüşerek ölmeye mi?” diyerek Meclis’te millî bir coşkunun mimarı olmuştur.
Torunu Haydar Yıldırım’ın anlattığına göre, Atatürk’ün kendisine “Sen benim dünya ahiret babamsın” dediği Diyap Ağa, Yunan Ankara’ya yaklaştığında çoluk çocuğun nakledilmesi tartışılırken, “Eğer çoluk çocuğu geri gönderirsek Türkiye geriye düşer. Biz geri adım atamayız” demiş ve Atatürk tarafından da ayakta alkışlanmıştır.
Lozan görüşmeleri sırasında da söz alan Diyap Ağa, şöyle anlatmıştır o gün yaşananları: “Aha bizim memleket ahalisi Kürt’müş, orada bir Kürt hükümeti kuracaklarmış, bunu duyunca kızdım kürsüye çıkıverdim. Gene sustular: ‘Lâilahe İllallah Muhammeden Resulullah’ dedim. ‘Gerek Şafiî, gerek Hambelî, gerek Hanefî hepimizin kıblesi birdir. Meclisimiz, kulübümüz, dinimiz, milletimiz birdir. Biz Kürt değil, biz Türk’üz. Hepiniz Lâilahe İllallah demişsiniz. Şimdiden sonra mı, ayrı bir din, ayrı bir millet olacağız’ dedim.”
Diyap Ağa, Dersim mebusluğu bittikten sonra memleketi Tunceli’ye geri döndü. Mustafa Kemal Atatürk tarafından Diyap Ağa’ya maaş bağlatıldı.
Diyap Ağa, 9 Eylül 1935’te 104 yaşında Tunceli’de vefat etti.
(Araştırma: Aykut Veli Yıldız)
***
TEBESSÜM
Dahi
Birgün, sofrada neşeli bir zamanında Atatürk’e sordular:
- Dahi kime derler?
Atatürk tereddüt etmeden cevap verdi:
- Dahi odur ki, ileride herkesin takdir ve kabul edeceği şeyleri ilk ortaya koyduğu vakit herkes onlara delilik, der.
****
GÜNÜN SÖZÜ
İnsan, duymak istediklerinden vazgeçmedikçe uyanamaz.
Dr. Anuşirvan Miyanc