Cemal Süreya “Ölüyorum Tanrım / Bu da oldu işte. / Her ölüm erken ölümdür / Biliyorum tanrım. / Ama, ayrıca, aldığın şu hayat / Fena değildir... / Üstü kalsın” demişti. Doğru. Her ölüm erken ölüm. Hele yirmi iki yaşında ve arkasında unutulmaz şiirler bırakarak çekip giden için.
İz bırakan şair ve yazarların pek çoğu elli yaşını yaşamadı. “O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler,” diyor Yaşar Kemal: “Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.”
Dünkü yazımda nasipten söz ettim. Mini mini bin şiiri paylaşacaktım. Güzel, içten, arı duru, çocuk doğallığı, safiyeti ve de masumluğu içinde bir şiirdi. Bugüne bıraktım:
“Nasibin dalda çocuk
Uzan uzan dallara
Nasibin yolda çocuk
Düş düş yollara
Nasibim sensin çocuk
Seni yağmur gibi
Bulut gibi
Gönderen sağ olsun bana”
Bu dizeler Rüştü Onur’un. Rüştü Onur kim? Cumhuriyet dönemi Türk şiir tarihinin en genç şairi... Yirmi üç yaşını göremedi. Çünkü yirmi iki yaşında veremden öldü. Kendisi gibi genç yaşta veremden ölen arkadaşı Muzaffer Tayyip Uslu ile birlikte. Ölümlerinden sonraki yıllarda yayımlanan her şiir antolojisinde kısa yaşam öyküleri ve şiirleriyle “Zonguldaklı şairler” olarak yer aldı.
Rüştü Onur, Muzaffer Tayyip Uslu gibi Behçet Necatigil'in öğrencisiydi. Hayatı Kelebeğin Rüyası adlı filmde beyaz perdeye aktarılmıştı. Rüştü Onur biraz daha yaşasaydı kim bilir ne güzel şiirlerini okumuş olacaktık. Nasip işte.
Rüştü Onur, 3 Ağustos, 1920’de, Mehmet Onur adlı bir köy öğretmeninin oğlu olarak Zonguldak'ın Devrek ilçesinde doğmuştu. Orta öğrenimini Kastamonu ve Zonguldak'ta tamamladı. Hayatını çok erken yaşta kaybetmesine sebep olan vereme 1938’de yakalandı. Öğrenimine ara vermek zorunda kaldı. 1941'de üç ay boyunca Zonguldak'ta hastanede yattı.
İstanbul Heybeliada Sanatoryumundan gelen kabul yazısıyla birlikte İstanbul'a gitti. Üç ay tedavi görüp iyileşti; Taburcu olup, Zonguldak'a dönerken, gemide Mediha Sessiz adlı tifo hastası bir kızla tanıştı. Aşık oldu. Nişanlandılar. Hastalıklar, ikisinin de İstanbul’a gitmesini gerekli kılmıştı. Nişanlısının ailesiyle birlikte yaşadığı Beşiktaş Şair Leyla Sokağı'ndaki eve yerleşti. Aynı sokakta sebze satarak geçimini sağladı.
ŞAİR LEYLA SOKAĞI
Payıma düşen toprak parçası
Senin de payına düşer
Ayrılık gayrılık yok
Ölüm nefesinde nasıl olsa
Amma henüz vakit erken
Daha gün
Karşı apartmanın balkonunda
Dur bakalım hele
Ben salata satayım
Şair Leyla Sokağı'nda
Sen gene koş
Bez fabrikasındaki
Tezgahının başına
Ölüm içimde
Ölüm dışımda
Ölüm talihsiz aşımda
Ölüm kuru başımda
Teselli benim gözyaşımda
Rüştü Onur, 15 Ekim 1942'de evlendi. Bu tarihten yirmi yedi gün sonra eşi öldü. Eşinin ölümü Rüştü Onur'u çok sarstı. Kendini içkiye verdi. 2 Aralık 1942'nin ilk saatlerinde ciğerlerinden gelen kanla boğularak öldü. Ortaköy Mezarlığında yatan eşinin yanına defnedildi.
İTİRAF
“……………
Ben bir tarik-i dünya
Ne ev ne bark
Ne çoluk çocuk sahibi.
Bütün malım mülküm
Ellerim ayaklarım
Ve gözlerim.
Kupkuru bir kuyudayım ki
Yusuf'u özlerim.
Rüştü Onur, 1937 yılında Ankara'da başlayan Garip hareketinin izleyicileri arasında yer aldı. Yirmi iki yıllık ömründe günlük konuşma dilinin söz dağarcığıyla, kısa, kafiyeyi dışlamayan şiirler yazdı. Kısa bir şiirine daha yer verirken saygıyla anıyorum:
NEDAMET
Tanrım açamadık içimizi
Artık buluşmamız mahşere kaldı.
Ne yelken ne gemi var limanda
Kaçmak bir uzun sefere kaldı.
Mercan bir sahildeymiş gemiler
Bulmak kasvetli günlere kaldı.