Osman Nihat Akın, bir yandan da PTT müfettişliğini büyük bir başarıyla sürdürüyordu. Teftiş için gittiği bir PTT Müdürlüğünde ilginç bir olay yaşamıştı.
Teftişin başlangıcında yapılan kasa sayımında kasanın 25 TL eksik olduğunu tespit eden Osman Nihat, müdüre,“Biz sayımda hata yapmış olabiliriz mal müdürünü al gel de kasayı bir de o saysın." dedi. Müdür, pek de olağan olmayan bu isteğe şaşırmakla birlikte gidip mal müdürünü çağırdı. Mal müdürü geldi, sayım yapıldı ve para tamam çıktı. Osman Nihat Bey, teftişini tamamlayarak oradan ayrıldı. Aradan birkaç ay geçti. Osman Nihat Akın, İstanbul’da müfettiş odasında arkadaşlarıyla birlikte otururken, posta dağıtıcısı kendisine bir mektup getirdi. Mektubu gönderen teftişe gittiği şubenin müdürüydü. Osman Nihat, mektubu okurken ağlamaya başlamıştı. Oradakiler merakla sorunca durumu anlattı... Mektupta şöyle yazıyordu “Beni mal müdürünü çağırmaya gönderdiğinizde 25 lirayı siz cebinizden tamamladınız, haliyle kasa tamam çıktı. Evet, parayı ben almıştım. Hanımım çok hasta idi, ilaç ve doktor parası yapıp sonra iade edecektim. Siz aniden geldiğiniz için yerine koyamadım. Sizin ince ve hassas kalbiniz durumu anladı ki; bana mesele yaşatmadınız. Bu yüzden size minnettarım.”
Herkes duygulanarak kendisini tebrik etti. Daha sonra o gün odada kendisini tebrik edenlerden biri Osman Nihat’ı vazifeyi suistimal etmek iddiasıyla şikâyet etti. Osman Nihat Bey’in karakteri herkesçe bilindiğinden hakkında cezai bir işlem uygulanmadı. Ama bu durum bestekara çok ağır gelmiş, ruhunda fırtınalar koparmıştı. Ve bu fırtınalar sonucunda unutulmaz bir eser vücuda gelmişti.
“Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin
Söyle canım ne dersin
Vuslatın başka alem sen bir ömre bedelsin……”
Az önce anlattığımız olay sonrasında, mesleğinden soğuyan Osman Nihat Akın, müfettişliği bırakarak gazetelerde her konuda yazılar, fıkralar, makaleler yazarak geçimini sağladı. Genel olarak makale, araştırma ve hatıra yazıları yazardı. Yazılarında "Neydede", "Hafid-i Rasim", "Delikli İğne" gibi takma adlar kullanırdı. Yazıları, sade ve akıcı idi. Kültür çevreleri onu dedesinin yerine koymuştu. Kendine has olan zarif nükte ve buluşlarıyla Osman Nihat, basın âleminde de, kendine şöhret edinmeyi başarmış kalemlerimizden biriydi.
Tarihçi, yazar, şair ve Darülfünun’da Tarih Müderrisi olan Ahmet Refik Altınay, 1881 yılında Beşiktaş'ta doğdu. Ahmet Refik Altınay, Türkiye'de popüler tarihçiliğin kurucusu ve en başarılı kalemi sayılıyordu. Yazdığı yüze yakın kitap ve bine yakın makalede, resmi belgeleri ve diğer tarihsel kaynakları titizlikle yorumlayarak kullanan ve gerektiğinde öyküleştirerek anlatan Ahmet Refik Altınay, Osman Nihat Akın’ın çok yakın arkadaşıydı. Beraber tavla oynar ve yaz günlerinde Büyükada Dil Burnu'nda gezip sohbet ederlerdi. Kader onları Altınay'ın 1937 yılının Ekim ayında henüz 56 yaşındayken, zatürreeden vefat etmesi ile ayırdı. Bu duruma çok üzülen Osman Nihat Akın, Altınay'ın ölümünün birinci yıl dönümünde yine Dil Burnu’nda gezerken yoğunlaşan duygularını nağmelere döktü ve günümüzde dahi çok sevilen bir Nihavent şarkıyı arkadaşının anısına besteledi.
“Yine bu yıl ada sensiz içime hiç sinmedi
Dil'de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım dinmedi
Ben de şaştım nasıl oldu yüreğime inmedi
Dil'de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım dinmedi”
Dürüstlüğü, açık sözlülüğü ve açık kalpliliği ile, etrafında geniş bir çevre ve sempati yaratan Osman Nihat Akın’ın rindmeşrep bir hayat görüşü vardı. Henüz genç sayılacak bir çağda, 54 yaşındayken, kendisinden birçok değerli eserler beklendiği bir zamanda 14 Ekim 1959 tarihinde akciğer kanseri sebebiyle vefat etti; sevenlerinin kolları arasında Karacaahmet mezarlığına defnedildi. Günümüze ulaşan şarkıları, sevilerek okunmaktadır.