Bir önceki yazının devamıdır.

Üzerinden üç ay geçmesine rağmen verdiğimiz yeni teklife herhangi bir dönüş yapılmadığı için İsmet N’yi arayıp teklifin akıbetini sordum. Aldığım cevap beni fazlasıyla şaşırttı çünkü genel müdürün değiştiğini, yeni müdürün alınan yeni teklifleri çok yüksek bulduğunu, “yapamayacakları işin altına girmeselerdi” diyerek sözleşmedeki opsiyonun kullanılması yönünde talimat verdiğini ve bu nedenle ihalenin iptal edildiğini öğrendim. Teminat mektubunu almak için fabrikaya gittiğimde İsmet N’ye şunları söyledim:

“İnsanlar veya kurumsal yapılar hatalar yapabilirler. İyi niyetli ve çözüm arayışında olmak alt işverenlik sektöründe ender rastlanılan bir tutumdur. Bu doğru tutumu sergileyen bir alt işvereni, zarar edeceğini bile bile bu süreci sürdürmeye mahkûm etmek ise kötü niyetli bir yaklaşımdır. Umarım alt işveren de bu kötü niyete aynı şekilde karşılık vererek tamiri zor hasarlara yol açmaz.”

Birkaç ay daha geçti, yine davet edildim, yine aynı prosedürü izledim ve fabrikaya giderek İsmet N ile görüştüm. Bu defa konuşmayı o başlattı.

“Sormayın başımıza gelenleri. Alt işveren firma çalışanların maaşları, mesai alacakları, prim ödemeleri, kıdem tazminatları, yıllık izinleri gibi aklınıza gelen ne varsa ödemeden sözleşmelerini fesih etti. İşveren primleri, gelir vergileri gibi hiçbir kanuni ödemeyi yapmadı. Çalışma Bakanlığına 10 milyon üzerinde ceza ödedik, 90’ın üzerinde personel iş mahkemesinde dava açtı ve hak kayıplarının asıl işveren tarafından karşılanmasını talep etti. Çok büyük sıkıntı oldu bize bu iş...”

Yine ihaleyi kazanamadık, yine teminat mektubunu almak için fabrikaya gittim, yine işin matematiğine uygun olmayan bir fiyatla verildiğini öğrendim ve yöneticiye şunları söyleyerek firmadan ayrıldım:

“Bundan sonraki ihale süreçlerinize bizi davet etmezseniz minnettar oluruz. Çünkü davetinize icabet etmezsek biz size ayıp etmiş oluruz. Lakin siz davet etmezseniz kimse kimseye ayıp etmek zorunda kalmamış olur.”

Tespit

Günümüzde güven bunalımının en yüksek seviyede yaşandığı sektörlerden biri hiç kuşkusuz alt işverenlik sektörüdür. Ne asıl işverenler, ne de işçiler alt işveren firmalara güvenmezler. Öyle ki, Devlet bile müteselsil sorumluluk ilkesi ile tüm sorumlulukları asıl işverene yükleyerek, alt işverenlere olan güvensizliğini resmileştirmiştir. Sektörün tarihine ve yaşanan olaylara baktığımızda bu güven bunalımının arkasında ciddi bir haklılık payı olduğu aşikârdır. Alt işverenlere devir edilen işlerin pek çoğunda hak kaybına yol açan olaylar yaşanmıştır ve hâlâ yaşanmaktadır. Bu olayların yaşanmasında, mesleki etik ve ahlaktan uzak, hak ve hukuk tanımayan bir takım alt işverenlerin payları olduğu muhakkaktır. Ancak, düşük maliyet ile hizmet alabilmek için işçilerin haklarının gasp edilmesine, hizmet kalitesinin düşürülmesine, yasal ödemelerin geciktirilmesine hatta hiç yapılmamasına göz yuman asıl işverenlerin bu durumdaki payı da yadsınamaz düzeydedir.