Mukim Tahir’in ilk kez sesini 1938’de Muzaffer Sarısözen kaydetmiş, ondan türküler derlemişti. 1940’da Urfa’ya gelen Arteki Candan Mukim Tahir ile Tenekeci Mahmut Güzelgöz’ü dinlemiş plak doldurmak için İstanbul’a davet etmişti.

Mukim Tahir’in sefalet yıllarıydı. İstanbul’a giderek ilk plağını Sahibinin Sesi Plak’a yaptı. Plakın bir yüzüne şehnaz makamında “Hüsnün senin ey dilber_i nadide kamer mi” gazelini diğer yüzüne de “Elleri pambuh” türküsünü okudu. Yapımcıları çok beğendiklerinden iki plak daha yaptılar. Bu plaklarda ise “Ayağında kundura”, “Kapıyı çalan kimdir”, “Kırmızı kurdela” türküleri ile “Yaram sızlar” hoyratını seslendirdi.

Mukim Tahir’in on türküsü TRT repertuarına kazandırılmıştı. Zeki Müren’den Bülent Ersoy’a kadar birçok sanatçı Mukim Tahir’in eserlerini okudular.

Memleketine ölümsüz eserler bırakan büyük bir sanatçının yoksullukla kıvranmasına seyirci kalınmıştı. Bazı türkülerinin hikâyesini yazmak istedim.:

Mukim Tahir, hemen her gece ayrı bir müzik meclisindeydi. Sabahlara kadar eğlenirdi. Evini ve hasta hanımını ihmal etmekteydi.  Mukim Tahir’in hizmetlerini gören bir azabı (uşağı) da vardı. Her gittiği yere azabını da götürür, azabı hizmette ve saygıda kusur etmezdi.

Bir gün müzik meclisinde türküler, hoyratlar birbirini izlerken, Mukim Tahir’in azabına bir haber ulaştırdılar. Tahir’in hanımı ağırlaşmıştı. Azabı çok üzüldü.

Mukim Tahir’in yanına gitti. Sertçe:

“Kalk eve gideceğiz,” dedi. Eve geldiler.  Kapıyı çaldı. İçerden inleyen karısının sesi duyuldu:

“Kapıyı çalan kimdir? Belki gelen hekimdir.” Mukim Tahir hanımının çok hasta olduğunu anladı. İçeriye girdi. Hanımın yanına oturdu. Birkaç gün hanımının yanında kaldı. O ölüm döşeğindeydi. Nitekim vefat etti. Hanımıyla yeteri kadar ilgilenmediği için vicdan azabı çekti. Onun yatağında inlerken, söylediği sözler Tahir’i duygulandırdı. Dilinden:

Kapıyı çalan kimdir

Aç bakım gelen kimdir

Yaram derine düştü

Belki gelen hekimdir“  türküsünün ezgileri döküldü.

Bir başka hoyratının hikâyesi de şöyle:

Mukim Tahir sıra gecelerine, asbap geceleri, dağ yatıları ve bağ evlerindeki müzik âlemlerine katılmakta, gittiği yerlerden sabaha karşı sarhoş olarak evine dönmektedir. Maddi varlığı da günden güne erimektedir.

Mevsim kıştır. Hanımının canına tak eder. Aynı şekilde gelirse eve almamaya karar verir. Nitekim Mukim Tahir çok geç saatte elinde sazıyla sarhoş olarak eve gelir. Kapıyı çalar. Sabaha karşı olduğundan hava çok soğuktur. Tahir, kendini bir an önce eve atmak için kapının tokmağını üst üste vurur. Hanımı gece boyunca uyumamıştır. Kapının ardında bekler, ses çıkarmaz. Soğuktan titremeye başlayan kocası hem kapıyı vurup hem de “kapıyı aç” diye bağırınca, hanımı kapının ardından ses verir:

“Seni içeri almayacağım” der. Kocası “Hava çok soğuk, aç kız” dese de hanımı kararlıdır:

“Açmayacağım.”

Mukim Tahir, dil döker yalvarır. Nafile. Tahir, kapının karşısındaki duvara sırtını verir, yüzü kapıya gelecek şekilde yere oturur. Hatasını telafi etmek için sazının tellerine yavaş yavaş dokunur, ardından elini kulağına atarak yanık sesi ile:

Yar içerden

Yar bağrım, yar içerden

Gözüm kapıda kaldı

Çıkmadı yar içerden” hoyratını okur. Hanımı içerde ağlamaya başlar, içi sızlar, sevdiği insanın dışarıda soğukta kalmasına gönlü razı olmaz:

“Tahir, bu hoyratın tekini söyle seni öyle içeri alayım” der.

Mukim Tahir de kapının önünde ağlamaktadır. Tahir, elini tekrar kulağına atarak şu hoyratı okur;

“Sürme beni

Çek göze sürme beni

Kapıyda kul olmuşam

Darılıp sürme beni

 Kadıncağız artık dayanamaz. Tahir’i içeriye alır. Ağlamakta olan kocasına sarılır. “Kaderim!” der.

Mukim Tahir yaşasaydı şimdi 124 yaşında olacaktı. Yetmiş dokuz yıl önce tahminen bu günlerde aramızdan ayrılan sanatçıyı anmak, ibret dolu hayatından birkaç kesit vermek istedim. Ruhu şad olsun.