Yaşımız ilerledikçe yalnızlaşıyoruz. Her bayram hüznümüzü artırarak geliyor. Aile büyüklerimiz teker teker ayrılıyor aramızdan. Mezar sayımız sürekli artıyor.

Beş yıl öncesinde toplandığımız, bütün ailenin bir araya geldiği baba evi yok artık. Yaşça sıralamamız çoktan değişti. Annemin yaptığı bayram hazırlıkları yok. Anne ve babamın bizleri görünce yüzlerinde ışıldayan sevinci gün geçtikçe hayal meyal anımsıyorum.

Yaşlanmak aslında zamanda yolculukla eş değer. Filmlerde saniyeler süren zaman yolculuğu bizim ömrümüzce oluyor. Bunu en çok mezarlıklarda sevdiğim insanların sayısı arttıkça anlıyorum.

Mezar taşlarındaki isimleri ve tarihleri okuyorum her gidişimde. Bir taşta üniversiteye girdiğim yıl yazıyor, diğerinde askerden geldiğim gün. İnsanın sahip olduğu bütün önemli tarihleri mezarlıklarda bulmak mümkün.

Her şey değişiyor. Anlamlar da, zaman da, duygular da. Benim çok sevdiğim dedemi ve anneannemi kızım benim anlattığım kadar biliyor. Onlar hakkında hissettiğim yoğun duyguları kızım asla hissetmeyecek. Ya da benim annem için hissettiklerimle onun hissettikleri farklı olacak.

Bir gün ben de silineceğim bu dünyadan. Adım belki bir mezar taşında yazacak. O mezarın anlamı çocuğum için farklı; olursa torunum için farklı olacak. Çocuğumun aklından asla silinmeyecek anım ama onun çocuğu için belki de onun anlattıkları kadar olacağım ve zaman ilerledikçe önce onun aklından kaybolacağım.

Cenaze törenlerinde dua ederken “bu dünyada adları anılmayan, kimsesi kalmamışlar için de” dua istendiğinde ruhum sızlardı. Garip bir yalnızlık duygusuna kapılır; bir kere daha anlardım koskoca dünyanın, sonsuz yaşamın içinde gözle görülmeyecek kadar minik zerreler olduğumuzu.

Akıp giden zamanın içinde bir kol saati, bir gömlek, bir çift eldiven kadar gücümüz yok. Onlar binlerce yıl kalabiliyor yaşamda ve dünyada. Oysa bizler ömür dediğimiz iki tarih arasındaki o kısa çizgi kadar yaşayıp siliniyoruz.

Her bayram biraz daha azalacağız. Bu gerçek içimi yaksa da orada duruyor. Gün gelecek ailelerimizin en büyüğü bizler olacağız. O kalabalıklar bizim evlerimizde toplanacak. Bizler eskilerden söz ederken aklımıza bizden önce anlatılanlar gelecek. Acı, tatlı anılar birbirine karışacak. Sonra kalabalık çekilecek ve bizler camın önünde zamanımızı beklemeye devam edeceğiz.

Sadece geride bıraktığımız güzel anılar birileri bizden söz ederken öbür tarafta damla damla damlayacak ruhumuza. Tabi ki bu söylediğim olmasını istediğim bir dilek. Cehennem azabı dedikleri de kötülüklerle anılmak olabilir mi? Hiç sevilmemek; hiç sevilmediğini bilmek ya da.

Dünya dönecek Güneş ısıtacak. Bayramlar yeniden ve yeniden belirecek takvimlerde. Her sene bir yaş daha alacağız. Her sene birileri gidecek. Bizler yalnızlığın yeni tatlarını öğreneceğiz.

Pencere önlerinde rengarenk sardunların olduğu o ev gelecek aklıma. Balkonda oturup çocukları seyreden annemi yeniden göreceğim gözlerimi kapayınca. Annem kocaman bir gülümsemeydi ve ben bundan bir kere daha emin olacağım.

O evden çıkınca balkonda arkamdan baktığını bileceğim annemin ve dönüp el sallayacağım yüzündeki gülümsemeye.

Gülümsemenin insandan insana geçen en hızlı ve en iç rahatlanan eylem olduğunu biliyor musunuz. Bizler annelerimizin, babalarımızın, sevdiklerimizin gülümsemelerine sığınıyoruz. Çünkü gidecek başka yerimiz yok.