Türkiye'de genel işsizlik oranlarının %10, gençler arasındaki işsizliğin ise %20’ler civarında seyrettiği bu dönemde, paradoksal bir durumla karşı karşıyayız.

Yaşadığımız 3 taraflı çelişkinin bir tarafında “bunca göçmen varken nasıl oluyor da işsizlik hala aynı seviyelerde seyrediyor” sorusu var ancak bugünkü konumuz diğer iki taraf. Yani, “bunca işsiz varken nasıl oluyor da işverenler işçi bulmakta zorlanıyorlar?” Bu durum işgücü piyasasının temel bazı sorunları olduğunu ortaya koyuyor ve akla şu soruyu getiriyor; “problemin temelinde işsizlik mi yoksa işçisizlik mi yatıyor?”

İşsizlik ve işçisizlik arasındaki ince çizgi

İşsizlik oranlarının yüksek seyretmesi, ekonomi analistleri ve politika yapıcıları için endişe verici bir durumdur çünkü işsizlik birçok farklı olguyu harekete geçiren ve onlarca negatif unsuru tetikleyen temel bir parametredir. Ancak işsizliğin yüksek olduğu dönemlerde işverenlerin işçi bulmakta zorlanması, bu tabloyu daha da karmaşık hale getirir çünkü problemin tek bir nedene değil, bir yapısal sorunlar bütününe dayandığını gösterir. Günümüz Türkiye’sinde yaşanan bu tablo da doğal olarak akla “problem işsizlik mi yoksa işçisizlik mi” sorusunu getiriyor.

İşsizlik: İşsizlik, bir kişinin iş arama sürecinde olduğu durumu ifade eder. Yani kişinin işten ayrıldıktan sonra yeni bir iş bulamaması veya işgücü piyasasına yeni katılan bir kişinin iş arama sürecine başlaması işsizlik olarak kabul edilir. Birçok farklı nedene dayansa ve farklı tanımlamalara uygun olsa da özetle “iş gücünün, iş gücü ihtiyacından fazla olması” durumunu ifade eder.

İşçisizlik: İşçisizlik, işverenlerin uygun işçileri bulma konusunda sorun yaşadığı durumu ifade eder. İşçisizlik sorunu sektörel veya firmaya özel birçok farklı nedene dayanabilir ancak özetle “iş gücü ihtiyacının, iş gücünden fazla olması” durumunu ifade eder. Almanya’nın 1960-70’li yıllarda yaşadığı ve Türkiye’den işçi ithal ettiği dönem örnek olabilir.

İşsizlik durumunda işçisizlik ise bambaşka bir açmazdır. Düşünsenize; işsizler ve işçi arayanlar var ancak bunlar bir araya gelerek üretim çarklarına katılmıyorlar. Fabrikalar üretim kayıplarına razı olup duyarsız mı davranıyorlar, insanlar iş mi beğenmiyorlar yoksa “yanlış planlama” gibi çok daha büyük sorunlarımız mı var?

Muhtemelen farkındasınızdır; açık ara farkla tarihimizin en yüksek üniversite sayısına ulaştık. Hemen her şehirde üniversitelerimiz, milyonlarca öğrencimiz ve o okullara girmek için yıllar süren maratonlara katılan milyonlarca daha çocuklarımız var. Saygın meslekleri beyaz yakalılara indirgediğimiz günden beri yok olmaya başlayan ustalıkların farkında bile değiliz. Hepimiz çocuklarımızın beyaz yakalı işler yapmasını istiyoruz çünkü bunun onlar için doğru olduğuna inanıyoruz. Fakat 10 yıl sonra sahip olacakları meslekler hakkında öğütler verirken, 20 yıl önceki parametreleri kullanıyoruz. İş gücü piyasasında neler olduğu ile değil, zihnimizdeki saygın meslekler listesi ile ilgileniyoruz.

Bir inşaat düşünün. Önce kepçe operatörü gelir ve temel çukurunu kazar. Ardından kalıpçılar gelir ve içine beton dökülecek kalıpları oluştururlar. Akabinde demirci gelip kalıbın içine demirleri yerleştirir, sucu gider hatlarını ayarlar ve akabinde beton dökülür. Beton donduktan sonra duvar ve çatı işleri tamamlanarak, sıva, boya, pencere, musluk, klozet gibi ince işler tamamlanır. Şimdi bir daha düşünün; yukarıda saydığım mesleklerin kaçı okullarımızda öğretiliyor?

An itibariyle ülkemizde, özellikle sanayi bölgelerinde bulunan fabrikalar işçi bulmakta son derece büyük zorluklar yaşıyorlar. Gerekli iş gücü sağlanamadığı için mobilyacısından demircisine, oto tamircisinden esnafına kadar hemen herkes işçi bulamamaktan şikayetçi. Bu uyuşmazlığın birçok alt nedeni olduğu muhakkak ancak bu seviyedeki bir uyuşmazlığı “gençler iş beğenmiyor” veya “işverenler köle arıyor” diyerek açıklamaya çalışmak akla saygısızlık olur.

Türkiye'nin karşı karşıya olduğu bu paradoksal sorunların çözümü, işgücü piyasasının daha etkili ve verimli bir şekilde yönetilmesinden geçiyor. İş gücü talebi ile iş arayanlar arasındaki uyumsuzluğun azaltılması için mesleki eğitim, etkin iş gücü piyasası analizi, çalışma adaleti, fırsatların yaygınlaştırılması, part-time çalışmanın özendirilmesi, mavi yaka mesleklerin teşvik edilmesi, sektörel ve bölgesel çözümlere odaklanılması gibi konular ele alınmalı. Bu da kapsamlı, iyi niyetli, liyakatli, adaletli ve rasyonel bir planlamanın yanında, azimli bir işbirliği ile mümkün.

Her fırsatta dile getirmeye çalıştığım gibi; Z Kuşağı geliyor. Farklılar ve farklılıklarına saygı bekliyorlar. Devletin Z Kuşağını kapsayıcı planları ve politikaları ön plana alması her açıdan önemli. Fakat iş gücü piyasası bağlamında ele aldığımızda Z kuşağını kaybetme lüksümüz yok. Acil politikalarla bu paradoksal soruna kalıcı çözümler üretemezsek, çok yakın bir tarihte, işçi bulamadığı için kapanan veya farklı bölgelere taşınmak zorunda kalan fabrikaları konuşmaya başlayacağız.