Burhan Felek’ten sonra Şeyhü’l muharririn olarak kabul gören Ahmet Kabaklı’yı 23 yıl önce 8 Şubat 2023’de toprağa vermiştik. Felsefesi, dünya görüşü kimi kimseler tarafından benimsenmese de, gazeteciliğinin ötesinde hocaların hocası, edebiyat ehliydi.
Bayramoğlu Basın Tatil Köyü’de birlikte olduğumuz dönemler olurdu. Alçak gönüllüydü, hoş görülüydü, erişkindi, olgundu. Her insanın ulaşamayacağı erdemi, fazileti, gösterişten uzak olan mütevazılığı, yüksek olgunluğunun göstergesiydi.
Savunduğu gerçeklere, önce kendisi inanmıştı. Sohbetlerinde söylediği sözler büyür, onun ağzından çıktığı için, petekten damla damla sızan bala benzer, dinleyenlerin ruhuna tat verirdi.
Geçmişi ile gurur duyardı, Doğu Türkistan davasına baş koymuştu. Aramızdan ayrıldıktan sonra, onun Hisar Dergisindeki yazılarını incelemek, Nurullah Ataç’la mukayesesini yapmak imkanını bulmuştum:
Hisar dergisinin 26'ncı sayısı, Haziran 1952 tarihini taşır. Aydın Lisesi'nin edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kabaklı'nın yazısı, derginin altıncı sayfasında yer alır.
Yazının başlığı "Seçkinler Edebiyatı"dır. Şu tespitiyle başlar:
"Zümre edebiyatı .. Divan edebiyatı .. Küflü edebiyat .. Keza; fildişi kule şairi... Ölüler şairi... ilh… diye zevk ve kültür seviyesine göre yargılanan, batırılmak, çıkartılmak istenilen bir edebiyatımız ve bir şair tipimiz var... Bu edebiyat ve falan şair hamlesiz, geri, hayatsız ve toplum dışı sayılarak, suçlandırılıyor. Nedim çokluğun dertleri ile ilgilenmemiş; Divan edebiyatında tabiat, hareket ve ihtilal yokmuş veya Yahya Kemal inkılapçı değilmiş .. "
Kabaklı yazısında, her milletin klasik edebiyatının olduğunu anlatır. "Sade eserleri ile konuşan Fuzuli, Galip ve onlar kadar diri bir sessizliğin kudreti ile süslenen Yahya Kemal, daha nice şom ağız" sanat vurguncusunun hesabını görecektir ... " inancını sergiler.
Hisar dergisinin 1 Ağustos 1952 tarihli 28'inci sayısının dört ve beşinci sayfalarında yer alan yazısı da, "Edebiyata Saygısızlar" başlığını taşımaktadır. Atalarımızın, okuryazar kişiye, şiire, yazıya, edepsizliği, küfrü yakıştırmadıkları için edebiyat yapısını harfler veya kelimeler yerine "edep" üzerine kurduklarını, nezaketi meşk edip yaydığı için edebiyatla uğraşana edip dendiğini anlatarak yazısına başlayan Ahmet Kabaklı; bir güruh serseri şöhretin uğruna, tarihimize ve büyük adamlarımıza Moskoflar gibi saldırılmasından rahatsızdır. Sözü Nurullah Ataç'ın bir sohbetine getirir.
Bu sohbette, yapı kalfasının, usta demesinde, saygınlık vardır. Ancak üstat kavramında alay hafifliği olduğunu öne sürmektedir. Elbette üstattan kastedilen Abdülhak Hamid’dir.
Kabaklı yazısında Hamid’in çeşitli yönlerini ve getirdiği yenilikleri anlatır. Böyle bir şair hakkında ezberden konuşmanın yanlışlığını dile getirir.
Kabaklı'ya göre; Ataç'ın gençlik çağında Hamid, Ahmet Haşim'e veya Yahya Kemal'e göre eskimiş olabilir. Ama Hamid artık bir tarihtir. Fani ömrü gibi kötü şiirleri de zaten unutulacaktır. Ataç, onun yaşayan taraflarını belirtmeli yoksa susmalıdır. Aksine davranış münekkitliğini hırpalar. Senelerce evvel ölen şairin, her gün yeniden öldüğünü ilana hacet yoktur.
Her büyük şairin kötü parçalarının da olduğunu örnekler vererek anlatan Kabaklı, yazısını şöyle sürdürür:
"Nurullah Ataç, divanlar ve kitaplar karıştırıp beyitler seçmeyi, bunları yazılarında kullanmayı sever. Hamid'in de iyi bir seçmeye dayanabileceğini sanıyorum. Onun Hamid'den beğendiği mısraları okumak hepimizi memnun ederdi. Hamid'in şiirimizde yaptığı yenilikleri, mazmunu kırıp fikri getirdiğini, kalıplan parçalama arzusunu, biçime ve öze nasıl geniş bir hürriyet yelkeni getirdiğini bütün kitaplar yazar... Sade bu arayıcılığı bile saygıya değmez mi?"