Tarihimizdeki en acı günlerden birinin yıl dönümü. Deprem bu ülkede insan olmayı başarmış herkeste derin izler ve yaralar bıraktı.
Bizler görüntüleri izlerken aklımızı kaçırmaktan korkarken o anları yaşayanların duygularını düşünemiyorum.
İnsanın beynine kazınan görüntüler vardır. Bir parça umudun peşinde deniz geçmeye çalışan ama geçemeyen; anne ve babasıyla kıyaya vuran cesetler arasındaki Aylan bebeğin görüntüsü hangimizin aklından çıktı?
Birileri o fotoğrafı afiş yapmaktan çekinmedi. Hem ne olmuş ki afiş yapılmışsa? Ne utanılacak bir şey ne de korkulacak bir durum vardı onlar için; önemli olan kazanmaktı. Ahh be insanlık daha ne kadar çirkinleşip canavarlaşabilirsin ki?
Enkazın altındaki kızının elini tutarak bekleyen babanın görüntüleri hangi akıldan, hangi ruhtan silinebilir?
O adamın adı Mesut Hançer. Melek olan kızı Irmak Leyla.
Artık hepimizin ruhu yaralıdır. Hepimizin bir parçası üstümüze çöken enkazın altında kaldı. Depremi yaşayan, o korkuyu, o karanlığı, binlerce ton molozun altında kalmış yakınlarını beklemenin acısını yaşayan kardeşlerimden özür diliyorum. Onların yaşadıkları yanında bizlerin acıdan söz etmesi biraz densizlik biliyorum ama insan anlatmadan, konuşmadan yapamıyor.
Sanmayın ki bu yazıyla görevimi yapmış gibi hissedip rahatlayacağım. Asla. Asla böyle bir şey olmayacak. Yazdıkça, satırlar ilerledikçe aklımın en kuytusunda saklanan acılar; kendime bile söylemediklerim ruhumda bıraktığı derin izlerle belirginleşecek.
Bir dilin sürekli kırık bir dişi bulması gibi ruhum gidip gidip o acıya dokunacak. Yazmak; söyleyip kurtulmak değildir. Aksine; yazmak soyut olanın somutlaştırılmasıdır. Söylemediğiniz sözler, anlatmadığınız duygular asla bizim olmaz. Söyleyerek, dile getirerek sahipleniriz içimizde saklanan fırtınaları.
Bizler var olduklarını söylemeden hiçbir fırtına vurmaz yüzümüze. Söylemek fark etmektir.
Enkazların, yıkıntıların üzerinde yapılan açıklamalar ve duyduğumuz hamasi sözler depremin yıl dönümlerinde tekrarlayacak kendini. Depremle ilgili konuşma yapan yetkililer görevleri bitince; hatta kürsüden bile inmeden “görevlerini yapmanın huzuruyla” akıllarındaki bir sonraki gündem maddesine geçecekler. Belki on beş dakika sürmeyecek neşeli kahkahaların atılacağı toplantılara ulaşmaları, ziyafet sofralarına oturmaları.
Hepimiz yaralandık. Hepimiz yaralıyız artık. Yalnızca ruhu olmayanlar yara almıyor bu dünyadan.
Anneler ve babalar sevgiyi, gerçek sevgiyi meleklerinden öğrenir. Öncesinde hissettiği “sevmek” duygusunun ne denli yavan, ne denli yetersiz, ne denli eksik olduğunu anne ve babalar meleklerini kucaklarına aldıklarında anlarlar. Yaşamın, bulutların, ağaçların, yolda yürümenin anlamı değişir birdenbire. Dünya ancak çok sevmekle kavranabilir.
Anne ve babalar meleklerinden öğrenir sevginin sonsuzluğunu.
Anne ve babalar içlerinde sonsuz sevgiyi hissettiklerinde o sevdayla beraber gelen korkuyu da görürler.
Gerçek sevgi varsa sonsuz bir korku da vardır mutlaka.
O sevginin acısı da asla sonlanmaz.
Aylan Bebek, Irmak Leyla ve melek olan çocuklarımız bağışlasın bizleri.