2023 seçimlerinin ardından ekonomik olarak zorlu bir döneme girdik. Vergilerin aşırı artışı ve dövizin normalin üzerinde yükselmesi, halkın yaşam standartlarını korumakta hatta geçinmekte zorlanmasına neden olmaya başladı. Zaten birkaç yıldır süregelen ve pandemi, deprem, Türk usulü ekonomi yönetimi gibi nedenlerle zor günler geçiren ekonomimiz, seçimlerin ardından gelen vergi ve döviz bombardımanı nedeniyle ciddi bir sarsıntı daha geçiriyor.

Düşük faiz ve dolara müdahale politikasını terk eden yeni ekonomi yönetimimiz, zaten zor günler geçiren halkın cebine direkt etki edecek vergi artışlarıyla, vatandaş için işleri daha da zora sokmuş oldu. Yaklaşık iki yıldır ısrarla sürdürdüğümüz ve doğru olduğuna inandırılmaya çalışıldığımız Türk usulü ekonomi modelini terk ettiğimize mi yanalım, yaşam standartlarımızın gitgide düştüğüne mi yoksa kandırıldığımıza mı bilemiyoruz. Emin olduğumuz bir şey var ki; seçim öncesi alabildiklerimizi seçim sonrası alamıyoruz ve bu birkaç yıldır böyle devam ediyor.

Son birkaç yıldır ekonomimizde sıkıntılar olduğunun toplumca farkındayız. Lakin bir kısmımız gerek maaş artış oranları, gerek devletin yasaklarla bir şeyleri engellemeye çalışarak halkın yanında görünmesi, gerekse bu sıkıntıların herkesi aynı oranda etkilememesi nedeniyle, olumlama yoluyla kendimizi kandırmaya ve güzel günlerin yakın olduğuna inanmaya meyilliydik. 2023 seçimlerinin ardından vergi oranlarının tırmanışa geçmesiyle birlikte, ekonomik sıkıntıların arttığını artık her kesim hissetmeye başladı. Vergi oranlarının yükselmesi, halkın gelirlerinin büyük bir kısmının devlete aktarılmasına neden olur. Bu da insanların harcama gücünü azaltarak, hayat pahalılığının altından kalkmayı zorlaştırır. Belki de yönetim, vergi oranlarının artmasıyla kamu hizmetlerinin daha iyi hale geleceğini düşünüyor ancak halkın cebinin bu kadar hızlı boşalması kimseye yarar sağlamaz. Sağlık, eğitim ve altyapı yatırımları da oldukça önemlidir ancak halkın ekonomik refahı göz ardı edilmediği sürece.

Bununla birlikte, dövizin değerinin normalin üzerinde yükselmesi, halkın alım gücünü daha da azaltıyor. Ev almak, araba sahibi olmak veya tatil yapmak artık sadece hayal olarak kalıyor. Markete her gidişimizde fiyat etiketlerine şaşırıyoruz ve “cebimizdekiyle yaklaşık olarak neler alabileceğimiz” algısını kaybediyoruz. İthal ürünlerin fiyatları yükseliyor ve ihracatçılarımız zorlu bir rekabet içine giriyor. Dövizin yükselişi, döviz borcu olanların sırtına büyük bir yük bindiriyor ve dövize endeksli kredi kullananların ödemeleri gereken bedel giderek artıyor. Tüm bunlar ise bazılarını sıkıntılı bir borç batağına sürükleyerek hayatlarını altüst edebiliyor.

Ekonomik sorunları basit bir sihirli değnek ile çözmek elbette mümkün değil. Ancak yönetimin daha etkili ve dengeli ekonomik politikalar izlemesi gerekiyor. Vergi artışları yaparken vatandaşların ekonomik durumları da göz önünde bulundurulmalı ve sosyal adalet sağlanmalıdır. Kamu harcamalarının kısılması veya vergi kayıplarının engellenmesi gibi önlemler alınmadan direkt halkın cebindekine göz dikilmesi, “saltanat sürenler ile bedelini ödeyenler” ayrışmasına neden olur ve sosyal bozulmalara kadar varabilecek karanlık yolları açar. Eğitim, sağlık gibi temel hizmetlerin kalitesini artırmak için vergi gelirlerini kullanmak önemlidir ancak aynı zamanda vatandaşların ekonomik refahını da gözetmek gerekir. Bu noktadan sonraki asıl önemli konu ise toplanan bu vergilerin ne amaçla kullanılacağı…

Depremin ekonomiye büyük etkileri olacağını zaten tahmin ediyorduk ve toplanan vergilerin büyük kısmının depremin yaralarını sarmak için kullanılacağını düşünmek makul bir yaklaşım. Önceliklerimiz olduğu muhakkak ama görmezden gelmememiz gereken konulardan biri de dövizin yükselmesi. Toplanan vergilerin dışa bağımlılığımızı azaltacak ve ihracatımızı artıracak politikalar uygulamak için kullanılması hayati önemde çünkü ithalata dayalı bir ekonomik yapı, dış dalgalanmalardan etkilenmeye ve iç piyasaların dış etkilerle zayıflamasına açıktır. Kendi üretimimize ve ihracatımıza odaklanarak ekonomimizi daha dengeli bir hale getirmediğimiz sürece bunları yaşamamız kaçınılmaz.

Bu ekonomik zorluklarla başa çıkmak için şeffaf bir iletişim ve işbirliği de gerekiyor. Yönetimin “ben yaptım oldu” tarzını terk edip vatandaşlarla iletişim kurarak ekonomi politikalarını anlatması, görüşlerini alması ve neden - sonuç ilişkisi bağlamında ikna etmesi önemli. Aksi halde kendimizi etkisiz, üzerinde deneyler yapılan ve sürekli kandırılan bir kalabalık gibi hissediyoruz. Zaten öyle olduğumuz gerçeğini bir kenara bırakırsak, en azından verdiğimiz vergilerin nereye gittiğinin ve yönetimde yer alanlarla büyük patronların da bizim kadar bedel ödeyip ödemediklerinin sorgulanmasını talep etmemiz gerekiyor. Burada büyük görev ise muhalefete düşüyor. Muhalefetin de yapıcı eleştiriler ve alternatif çözüm önerileri sunması, hem ekonomi yönetiminin denetlenmesi hem de demokrasimizin sağlıklı işlemesi için elzem.

Ne diyelim? Elimizden gelen yazmaksa yazalım, konuşmaksa konuşalım, çözmekse çözelim... Ülkemizin ekonomik istikrar ve refah içinde yol alması dileğiyle, güçlü bir demokrasi ve işbirliğiyle bu zorlukların üstesinden geleceğimize inanalım ve bu uğurda elimizden geleni yapalım.