Siyah ve beyaz… İyi ve kötü… Zirvedekiler ve diptekiler… Nasıl adlandırılırsa adlandırılsın son bir haftada hem zaferi hem hezimeti yaşadık.

A Milli Kadın Voleybol Takımımız, zaten dünyanın bir numarasıydı, ilk defa Avrupa Şampiyonluğuna da ulaştı. Kupayı ülkemize getirdi.

A Milli Futbol Takımımız, yerlerde sürünüyordu, yine şaşırtmadı, bu kez de kendi sahamızda on binlerce taraftarın önünde amatör lig seviyesindeki Ermenistan’ı yenemedi.

Bir tarafta mütevazı bütçesiyle dünyanın zirvesine çıkan bayan voleybolcularımız, diğer yanda milyon dolarlık bütçeye rağmen yerlerde sürünen futbolcular…

Milli başarı milli ruhla gelir, milli ruhtan yoksunsanız, milli maçları sıradan halı saha maçı olarak görürseniz tabii ki başarı gelmez…

Bu sonuçlara şaşırdık mı derseniz; kendi adıma söyleyeyim, şaşırmadım.

Neredeyse dünyanın her köşesinde maça çıkan milli voleybolcularımız yorulduk, yoğun programdı demeden zafer üzerine zafer kazandılar.

Buna rağmen hedefe konuldular, bazı geri kafalılar tarafından sanki niçin kupayı kazandınız diye eleştirildiler.

Diğer taraftan evinde Ermenistan’ı yenemeyen ve buna rağmen el üstünde tutulan bir milli takım.

Bu kafayla başarı gelmesi mümkün mü?

Türkiye’deki üçüncü lig seviyesinde Ermenistan’ı kendi seyircin önünde yenemeyeceksin, son dakikalarda beraberliği kurtaracaksın… “Berabere bitti çok şükür” diyen, utanmadan diyebilen bir Futbol Federasyonu Başkanı var.

Neredeyse rakip kaleye gidemediğimiz ilk yarı için “çok iyi oynadık” diyen, “8. veya 9. pozisyondan sonra golü bulabildik” diye sanki tek kale oynamışız gibi hava atan, yetmemiş gibi utanmadan “8-10 pozisyon bulduk, daha neyi eleştiriyorsunuz” diye caka satan bir Alman çırağı güya teknik direktör var.

Bir yanlışlık oldu Stefan Kuntz diye bir Alman çırağı bulup teknik direktör yaptınız. Bir stadı dolduracak kadar nüfusu olan Fareo Adaları’na yenilince de mi fark etmediniz Alman çırağın sıradan bir Türk kadar bile futboldan anlamadığını…

Milli takım da yenilebilir, geçmişte çok yenilgiler de aldı. Ancak hiçbir milli takım, hele hele Türk milli takımı asla bu kadar ruhsuz, amaçsız ve plansız sahada olmaz, olamaz…

Hadi oldu diyelim, buna sebep olanların derhal çekip gitmesi gerekir…

İstifa etmek de bir onurdur… Fareo Adaları’na yenilince bile istifa etmeyenlerin Ermenistan maçı sonrası istifa etmelerini beklemiyoruz zaten…

Merak ettiğimiz şu; Türk milletinin bu kadar enayi yerine konulmasına daha ne kadar sabır gösterilecek?

Alman çırak demişti ya, “Melissa Vargas’ın erkek kardeşi var mı?” diye…

Melissa Vargas’ın erkek kardeşini aramaya gerek yok…

A Milli Kadın Voleybol Takımımızı sahaya sürün… Alman çırağın takımından çok daha iyi oynayacaklardır…

****

Cehalet

Yüreği insan sevgisiyle dolu Mevlâna bile başa çıkamamış, “Cahille sohbet etmek zordur bilene” demiş, “Cahilin yanında kitap gibi sessiz ol” diye nasihat etmiş. 

İmam-ı Azam iyi niyetle denemiş ama çaresiz kalmış, “Cahillerle yaptığım bütün tartışmaları kaybettim” demiş. 

Hacı Bayram Veli, tasavvuf felsefesini filan bir kenara bırakmış, lafı hiç eğip bükmeden gayet net ifade etmiş, “Cahilden sakınınız.” 

Atasözü bile var… “Cahile söz anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur” denir. 

Anadolu imbiğinden süzülen Aşık Veysel gönül gözüyle uyarır, “Cahil insan, gül ise de koklama” der, kulağa küpedir. 

Ömer Hayyam’a göre “Kör cehalet çirkefleştirir insanları.” 

Platon’a göre, “Kötülüklerin köküdür.” 

Konfüçyüs’e göre, “Aklın gecesidir ama aysız yıldızsız bir gecedir.” 

Montaigne’e göre, “En büyük cezaevi, cahil insanın kafasının içidir.” 

Goethe’ye göre, “Eyleme geçmiş cehaletten daha korkunç bir şey yoktur.” 

Bernard Shaw, hazin bir benzetmeyle izah eder, “Hiçbir şey bilmiyor, her şeyi bildiğini sanıyor, bu açıkça siyasi bir kariyere işarettir” der. 

Einstein daha hazin özetlemiş, “Cehalet ne güzel, her şeyi biliyorsun” der. 

Mustafa Kemal Atatürk ise farklı bir tarif yapar… “Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Bizim kastettiğimiz, hakikati bilmektir. Toplumun düşmanı cehalettir. En büyük savaş, cehalete karşı yapılan savaştır.” 

(Alıntıdır) 

***

 TEBESSÜM

 Kısa don

Temel ile Dursun maça gidecekmiş. Temel, Dursun’a “Sen benim yerime maça git. Benim işim var” demiş. Dursun maç bittikten sonra Temel’in yanına gitmiş. Temel sormuş:

- Maç nasıldı?

Dursun anlatmaya başlamış:

- Aha şöyle bir kale varmış. Aha şöyle bir de top varmış. Topu kaleye atınca da gooollll diye bağırıyorlarmış. Bir de utanmadan kısa don giyiyorlarmış!

****

 GÜNÜN SÖZÜ

 Kötüler kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar.

Tolsto