Babası sekiz yaşındaki kız çocuğuna seslendi. “İşte burası” dedi, “36 numara, bizim evimiz artık burası.” Hava çok sıcaktı. 1973 Temmuz sonlarıydı. 1.400 km uzaktan gelmişlerdi. Üç gündür yoldaydılar. Küçük sarışın kız çocuğu heyecanlanmıştı.
Evin önünde kocaman bir balkon vardı. Küçük kız kapı tarafından dolaşmaktansa, duvarın üstünden balkona atlayıvermişti. Atlamasıyla elleri ve göğsü yere yapışmıştı. Yer betondu ve temmuz sonu güneşinde sıcaktan iyice kavrulmuştu. Küçük kızın elleri ve göğsü adeta yanmış, hemen zıplayıp kalkmıştı. Yeni eviyle ilk tanışması işte böyle, sımsıcak bir tanışma olmuştu. Küçük kız, bu ilk tanışma anını hayatı boyunca hiç unutmadı.
Sözünü ettiğim kız çocuğu, hikayenin kahramanlarından yalnızca biri. Oysa bu hikaye, üç yüzden fazla insanın bundan elli yıl önce yaşanmış hikayesidir.
Anneler, babalar, çocuklar, dedeler ve de bebekler hep birlikte, hiç bilmedikleri yeni bir hayata doğru yola çıkarlar. Kamyonlarla ve otobüslerle yapılan yolculuk üç gün sürer.
Trabzon’un Çaykara ilçesi, Şahinkaya köyünde 1973 yılında bir heyelan yaşanır. Bölge coğrafyası heyelan, sel gibi doğal afetlere çok açıktır. Nitekim 1929 yılında yaşanan bir sel felaketinde de 134 kişi hayatını kaybetmiştir. 1973 yılında yaşanan heyelandan sonra 61 hane, devlet tarafından Gökçeada’da inşa edilen ve yine “Şahinkaya” adı verilen köye yerleştirilir.
Köydeki bütün evler iki katlıdır ve hepsinin planı aynıdır. Devlet bu köy halkına evlerinin yanı sıra arazi ve zeytinlik verir. Hane halkı sayısı kadar da küçükbaş hayvan verir. Köylülere ortak kullanım için üç tane de traktör verir. İnsanların geçimini sağlayabilmesi için tarlalarını ekip dikmesi, zeytinini toplaması gerekecektir. Bunun içinse zamana ihtiyaç vardır. Devlet bunu da düşünür ve her aileye maaş da verir. Bu köy halkına, bütün bu olanakları, 1973 Türkiye’sinin devleti sağlamıştır.
Karadeniz köylüsünün adadaki hikayesi böyle başlar. Köy ağaçsız bir arazi üzerine inşa edilmiştir. Köylüler adaya geldikten bir gün sonra çalışmaya başladıklarını, fidanlar dikip bu yeni köylerini cennete çevirdiklerini anlatırlar. Evlerinin önündeki bahçelere karalahana, mısır, fasulye ekerler. Düğünlerinde çaldıkları kemençelerin sesi Ege Adası semalarına yükselir.
Adada zeytin hasadı ekim sonlarında başlar ve kasım ayı boyunca sürer. Sofralık zeytin ve zeytinyağı üretirler. Kendi bildiklerine yenilerini ekleyerek, “rüzgarlı adanın” insanı olurlar. Türkler kendi zeytinini toplarken Rumlar da komşu bahçelerde kendi zeytinini toplar. Reçel ve turşu tarifleri verirler birbirlerine. Bizimkiler molada çay demleyip tam tekmil kahvaltı ederken, Rumlar yalnızca bir somun ekmeğini zeytinyağına banarak yemek molasını tamamlarlar.
Köyün çocukları bir Rum köyü olan Dereköy’deki okula giderler. Türk ve Rum çocuklar aynı sıralarda okurlar, arkadaşlık ederler. Ne de olsa büyük gerilimler devletlerin meselesidir, halkların ve çocukların değil.
Buraya kadar, bir göçü ve bir devletin halkına yaklaşımını anlatmaya çalıştım. Biraz da adadan söz etmek istiyorum.
Çanakkale’nin Kabatepe Limanı’ndan feribotla yaklaşık bir buçuk saat süren mavi yolculuktan sonra adaya ulaşırsınız. Şanslıysanız bu yolculukta yunuslara da rastlayabilirsiniz. Aracınız adaya geçtiğinde klimalarınızı kapatıp camlarınızı açın. Çünkü kekik kokulu bir adaya geldiniz.
Eski adı İmroz olan Gökçeada adını tarım tanrısı İmbrassos’tan almıştır. Homeros’un İlyada destanında İmroz, deniz tanrısı Poseidon’un adasıdır. Yunan mitolojisine göre Gökçeada (İmroz ) ve Semadirek adaları arasında Akhilleus’un annesi Thetis’in sarayı, Gökçeada ve Bozcaada (Tenedos) arasında ise Poseidon’un kanatlı atlarının ahırları bulunurmuş.
Şu ana kadar dünyada 33 ülkeden 287 kent 72 kritere uyarak “sakin kent” (Cittaslow) ünvanı almaya hak kazanmış. Türkiye’de sakin kent sayısı Finike’nin de eklenmesiyle 22 oldu. Cittaslow hareketi, Türkiye’ye 2009 yılında Seferihisar ilçesinin katılmasıyla gelmiştir. Gökçeada da bu ünvanı, 2011 yılı haziran ayında alarak dünyanın ilk ve tek sakin adası olmuştur.
Bu sakin ada’ya yolunuz düştüyse, vaktiniz çok da kısıtlı değilse siz de sakinleşin. Yavaşlayın. Akvaryum gibi koyları keşfedin. Yukarı Kaleköy’de gün batımını izleyin, Zeytinliköy’de dibek kahvenizi, ölmez ağaçlarının manzarasında için. Yıldızkoy’da denizin ne kadar güzel koktuğunu fark edin. Yol üstü kayalıklarında sıklıkla karşılacağınız keçileri görünce mutlu olun. Adadan ayrılırken adayı incitmediğinizden emin olarak ayrılın.