Geçenlerde “çile” sözcüğünü dilime dolayıp halden hale sokmuştum, O hallerin biri de seçimin ikinci tura kalmasının bendeki yansımasıydı. Köye gitmek için iki hafta daha bekleyecek, üç beş biber üç beş domates, iki hıyar fidesi sitillemekten yoksun kalacaktım. Tabi hıyar yerine salatalık da yazabilirdim ama, hınzırlığım tuttu.

Sevgili dostum Ata Türk “cuk” diye manzarayı koyuverdi. “Hıyarlar için üzülmeyiniz lütfen. Şu son günlerde öyle çok, öyle bol Hıyar yetişti ki, ihraç bile ederiz.”

Harika. Vaatlere kaynak soruyorlardı. Tefeciye falan gerek yok. Hıyar ihracı ile açığı kapatmamız mümkün. Böyle diyorum ama, içimdeki şeytan dürtüveriyor: “Hıyar ithal etmek zorunda kalmayasın. O da var tabi, dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmayasın.”

İkinci tur, demeyeyim. Ben bir garip fukarayım, siyaset neme gerek?.

Leyleğin ömrü lak lakla geçer. Serin önümüze futbolu, saatlerce konuşalım. Hani maç uzatmalara kalmasaydı diyecek oldum. Eşim atıldı:

Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye!” dedi. Biliyorum bu söz; “İş işten geçti artık, fırsatı kaçırdın” anlamında kullanılır, Ama söz buraya gelmişken Namdar Rahmi Karatay’dan söz etmesem olur mu? Bir gün özel olarak onunla ilgili bir ya da iki yazı yazacağım, şiirlerinden örnekler vereceğim. Ama şimdi “Geçti Bor’un Pazarından bir iki kuple ekleyeyim:

Başta kavak yelleri estiği günler hani?

Beklediğin nişanlar, şerefler, ünler hani?

Aradığın sevgili, şanlı düğünler hani?

Selvi gibi ümitler döndü birer iğdeye,

Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye.

Sende cevher var imiş bunu herkes ne bilsin.

Kimler böyle züğürdün huzurunda eğilsin?

Şöyle bir dairede müdür bile değilsin.

Ne çıkar öğrenmişsin mesahayı pi diye,

Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye.

………

Fırsatı iyi kolla, sakın olma dangalak,

Keyfine bak dünyada gülerek, oynayarak.

Sende iç şampanyalar, viskiler bardak bardak,

Dokunuyor üç kadeh şimdi bizim mideye,

Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye.

Hasan’ın böreğine vaktinde yetişmeli,

Hiç durmadan gövdeye atıştırıp şişmeli.

Yanıp da kavrulmadan mükemmelen pişmeli,

Yoksa seni almazlar hiç bir yere çiy diye,

Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye.

..

Birkaç cümle de hikayesini anlatayım. Vakti zamanında salı günleri Bor’da, çarşambaları da Niğde’de Pazar kurulurmuş, Var sayınki köylü Mehmet, pazara gitmek için erkenden yola çıkmış. Yolda bir su başında mola vermiş. “Biraz dinlenip, eşeğini otlatmak istemiş. Eşeğini suladıktan sonra, uzun bir iple ağaca bağlamış. Kendisi de başka bir ağacın altına oturup nefeslenmek istemiş. Fakat sabah erken kalktığı için, oracıkta sızıp, derin bir uykuya dalmış. Neden sonra uyandığı vakit, güneşin iyice tepeye vardığını görmüş. Panikleyip hemen eşeğine atlamış ve aceleyle yola çıkmış. Mehmet böyle telaşla eşeği sürerken, karşıda kendi köylülerini görmüş. Bor pazarında işlerini görmüş, evlerine dönüyorlarmış. Az sonra yan yana geldiklerinde köylüler işi anlamışlar, gülerek:

Yahu ne yaptın? Bor’un pazarı geçti; sür eşeğini Niğde’ye. Yarın oranın pazarı anca yetişirsin,” demişler.

Hikâyenin şimdi anlatacağım bölüm, tamamen hayal. Gerçekle ilgisi yok. Olur ya zamanedeki örnekleri gibi Mehmet, Bor’a uluşmak için komşularından yardım istemiş. Komşular da şartlar, şurtlarla ipe un sermişler. Mehmet ne yapsın? Kendi kendine seslenip yürümüş yoluna:

Geçme muhannet köprüsünden koy sel aparsın seni / Yatma tilki gölgesinde koy yesin aslan seni.”

İster muhannet köprüsü, ister namert köprüsü, ister alçak köprüsü olsun pek çok dersler verir bize. Konuya yarın da devam edeceğim