Her seçim öncesi siyasi partiler tarafından bir politika belirlenir. Aday listelerinden yapılacak mitinglere, hedef kitle tespitinden verilecek mesajlara kadar hemen her adım bu politika içerisinde gizlidir. Seçmene verilecek mesajlar, söylenecekler ve asla söylenmeyecekler…

Seçim öncesi mesajlar genellikle daha ılımlı, barışçıl ve kucaklayıcıdır çünkü herkesin oyuna ihtiyaç vardır. Seçimden sonra ise her parti özüne ve politikasına geri döner. Toplumsal mesaj kaygısı yerini rakip partilere ve seçmenlere yönelen eleştirilere bırakır. Partilerin dili ve tavrı seçmene de yansır, eleştiri yerini tartışmaya ve hakarete bırakır. Bu alışılagelmiş senaryoyu yıllardır yaşıyoruz ama bu defa kantarın topuzu epeyce kaçtı. Erdoğan seçmenine hakaret etmek muhalefet ve muhalif seçmen için zaten geleneksel bir hal almıştı lakin depremzedelere yöneltilen tavır akıl ve ahlakla bağdaşmayacak boyuta ulaştı. Henüz birkaç ay önce gözyaşları içerisinde yardımlarına koştuğumuz afetzedelere hakaretler yağdırılmasının gerçek sebebi nedir? Farklı fikirde olmaları mı yoksa yanlış yere yönlendirilmiş öfke mi?

Sürecin başından beri neredeyse hiçbir şey millet ittifakı seçmeninin istediği gibi gitmedi. Arzu ettikleri iki başkan da aday gösterilmedi. Liderlerinin ismini dahi bilmedikleri partilerle ittifaklar kuruldu. Karşıt görüşlü partilerle zoraki birliktelikler tesis edildi. Terör ile bağlantısı kanıtlanmış parti ile işbirliğine gidildi. Hazzetmedikleri insanlar şehirlerinde birinci sıradan aday gösterildi. Masadan kalkıldı, oturuldu, “terör örgütüdür” denemedi, “serbest kalacak” dendi, yerel özerklik savunuldu... Sonuçta neredeyse hiçbir millet ittifakı seçmeni güvenerek, inanarak ve benimseyerek sandığa gidemedi.

Seçim gecesi sokağa çıkmayın, büyük olaylar çıkacak, her yeri silahla doldurdular, başka planları var” dendi, hiçbir olay çıkmadı. “Oyları çalacaklar” dendi, çalınmadı. Açıkladıkları her ankette zirvedelerdi, tutmadı. Seçim ilk turda bitecekti, bitmedi. Parlamentoda çoğunluk alınacaktı, olmadı. Sonuçların kesinleşmesine birkaç saat kalmışken hala tv ekranlarında “seçimi kazandık” diyorlardı, kazanılmadı. Muharrem İnce çekilirse sonuç kesindi, çekildi ama sonuç değişmedi. Fazilet, DEVA ve Gelecek partisinin oy oranları belirli bir yüzdeyi aşacaktı lakin kendi memleketinde bile birinci olamadı. “Sizlere 13. Cumhurbaşkanımız Kılıçdaroğlu adına sesleniyoruz, oyumuzun yüksek olduğu sandıklara sistematik itirazlar yapıldığından gerçek oy oranımız yansımıyor aslında açık ara öndeyiz” dendi ama doğru çıkmadı. Örnekler çoğaltılabilir ancak neticede hiçbir iddiası gerçekleşmeyen millet ittifakı sistematik biçimde seçmenlerini kandırdı.

Seçim bitti ancak kandırmaca bitmedi. Seçim gecesi “Erdoğan beklediği sonucu ve toplumdan beklediği güvenoyunu alamamıştır, bu seçimi ikinci turda mutlaka ama mutlaka kazanacağız” dendi. Seçimin kazananı millet ittifakı, kaybedeni Erdoğan ilan edildi. Kaybettiği her seçimde biraz daha kazandığını iddia eden Kılıçdaroğlu kendince bu seçimden de güçlenerek çıktı. Seçimi ciddi bir farkla birinci sırada bitiren ve %49,52 oran ile neredeyse ilk turda seçilmesine ramak kalan Erdoğan yenilmişti ancak millet ittifakı başarılıydı, aday doğruydu, plan tutmuştu ve ikinci turda seçimi kazanacakları kesindi.

Millet ittifakının “Erdoğan gitmeli” dışında ortak bir tezi var mı? Başkanlık sistemi yerine önerdikleri sekiz başlı yapıyı kendi seçmenlerine açıkça anlatabildiler mi? Teknofest’e “panayır”, SİHA’lara “maket uçak”, Togg’a “İtalya’dan geliyor”, TCG Anadolu’ya “uçak inmeyen uçak gemisi” demediler mi? İktidarın her yaptığını yalan yanlış eleştirmek üzerine kurulan bu muhalefet anlayışının toplumda karşılık bulmadığını anlamak için daha kaç kaybedilmiş seçim sonucuna ihtiyaç var?

Millet ittifakı “neden birinci olamadık” diye düşünüp stratejisini toplumu anlamak doğrultusunda güncelleyeceğine seçmenine yalanlar söylemeye devam ederek gerginliği yükseltiyor. Bu gerginliğin toplumdaki karşılığı ise kömür, makarna, koyun siyasetine indirgenerek farklı düşünen herkesin geri zekalı ilan edildiği bir dile evriliyor. Zaten fazlasıyla aşağılayıcı olan bu dili bile usturuplu kullanmaktan aciz ahlaksız cahiller ise kendileri gibi düşünmeyenlere hakaret etmeyi hak görüyor.

Muhalif seçmenin öfkesi depremzedelere mi? AK Parti, MHP yahut Yeniden Refah seçmenine mi? Muharrem İnce destekçilerine mi yoksa geçen sene “AK Parti çıkması, geri kafalılar, faşistler” diyerek eleştirdikleri yeni ortakları Fazilet, Gelecek, DEVA ve İYİ Parti seçmenine mi?

Yanlış yere yönlendirilmiş öfke uzun vadede psikolojik rahatlık sağlamayacağı gibi karşılıksız kalacağından kişiyi daha da saldırganlaştırır. Demokrasiyi içselleştirmekle ilgili sorunu olanlar önce o sorunu kaynağında çözerek her türlü fikre saygı duymayı ve öfke kontrolünü öğrenmeli. Beceremiyorlarsa da öfkelerini doğru yere yani kendilerini sistematik olarak kandıranlara yönlendirmeleri faydalarına olacaktır. Bir insanı, topluluğu veya şehri sizin gibi düşünmediği için aşağılamak, insan medeniyetinin her katmanında affedilemez bir cahillik, ahlaksızlık ve hadsizliktir.

Voltaire’ye isnat edilen Düşüncelerine katılmıyorum ama düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğimvecizinde değinildiği gibi, insana yakışan, farklı fikirleri kişisel hak ve özgürlük olarak kabul edip anlamaya çalışmaktır. Kötü sözler sahiplerine aittir.