Elbette, yazgı, vade, ecel, ömür gibi faktörleri karşıma almak istemem. İnanç yapılarına, Donkişot gibi saldıracak gücüm da aklım da yok. Ama, gözlenen, ölçülebilen olaylar ve oluşumlar üzerine araştırma yapan, toplumsal gereksinimler ışığında gelişen ilerleyen pozitif bilimlerin yanındayım. 

Bugün, “Psikonevroz” konusunda bir yazı okudum. Bir ara düşündüm. Şimdi ne alaka, diye soracaksınız.  Herkes para kazanıp, mal mülk sahibi olmaya dururken, ezelden ebede kadar alakasız şeyleri düşünmekte üstüme yok.

Kendi kendime dedim ki, bugünkü tıp bilimi ve psikonevroz tedavi yöntemleri, dört asır önce de bilinseydi, tarihimizin Osmanlı döneminde adı deliye çıkmış padişahları olur muydu? Olmazdı. İlaçlar ve bilişsel terapik yöntemlerde sorun çözülürdü.

Adı Deliye çıkarılmış padişahlardan biri Sultan İbrahim’di. 1640-1648 yılları arasında saltanat sürmüştü.  Üç yaşındayken babası ölmüştü. Ağabeyi II. Osman'ın yeniçeriler tarafından öldürülüşüne tanık olmuştu. Ağabeyi IV. Murat'ın saltanatı sırasında diğer kardeşlerini ortadan kaldırmasını seyretmişti. Psikolojisi bozulmuştu. Ölüm korkusu ve zihinsel rahatsızlıklar içerisindeydi.

Ağabeyinin ölümünden sonra, padişah olduğunu söylemeye gelenleri tuzakçı sanmıştı. Kapısını kitlemiş dışarı çıkmamıştı. Ancak, annesi Kösem Sultanın iknası ve ağabeyi IV. Murat'ın cenazesini gördükten sonra inanmıştı.

İbrahim'in çocuğu yoktu, eğer ona bir şey olursa tahta geçecek varisi de olmayacaktı. Bu sebeple Osmanlı hanedanı, sona ermek tehlikesiyle karşı karşıyaydı.

Başta annesi Kösem Sultan olmak üzere harem görevlileri padişahı cariyelerle ilişkide bulunması için yönlendiriyorlardı. Cinsel gücü arttırması için padişaha verilen türlü macunlar, zihnini ve aklını bulandırmaktaydı. Nihayet 1642 yılında şehzade Mehmet dünyaya geldi. Ardından onun kardeşleri Süleyman, Ahmed, Orhan, Cihangir, Selim ve Murat doğmuş, saltanat kurtulmuştu.

Sultan İbrahim’in Padişahın sağlığı git gide bozulmaktaydı. Veziriazam Kara Mustafa Paşa'ya şöyle yazmıştı:

“Sancı deyü yaturum, kah arkama gelir irkülürüm. Kulaklarum tıkalur. Şöyle sıkılmam var ki ölüyorum. Gayetle halim yaman olmuştur. Eski hastalığım ziyadelendi. Ne kollarum, ne başum vardır. Ziyade elemdeyim.”

Turan Oflazoğlu’nun yazdığı Sultan İbrahim oyununda şöyle bir replik vardı:

“Ben neyliyeyim böyle padişahlığı anne? Ülkeler, kıtalar benim olmuş neye yarar, rahat soluk alamadıktan, soluğa doyamadıktan sonra!     „

Kösem Sultan Cinci Hoca denilen adamı saraya çağırtarak Sultan İbrahim'i tedavi etmesini istedi. Bu hoca giderek sarayın başına bela olacaktı.

Padişah iç sıkıntılarını gidermek için İstanbul'daki şeyhleri, dervişleri ziyaret ediyordu. Gideceği yere hemen ulaşabilmek için şehirde arabayla dolaşılmasını yasakladı.

Eşleri şehrin gürültüsünden rahatsız olmasın diye sabahları çarşıları, dükkanları kapattırır geceleri açtırırdı.

Tarihin sır perdeleri arasında Sultan İbrahim’in şişman kadın severliği, 280 cariyenin boğdurulması, samur kürk tutkunluğu, samur vergisi koyması vardı.

Hazinenin büyük bir kısmı hareme harcanıyordu, askerlerin ulufeleri verilemez olmuştu. Halk deprem ve yangınları padişahın uğursuzluğuna yoruyordu. Sonuçta Sultan İbrahim tahttan indirildi. Yerine küçük yaştaki oğlu IV. Mehmet geçirildi. Asıl yönetim İbrahim'in annesi Kösem Sultan'ın elindeydi.

İbrahim, Sarayın içinde taş bir odaya kilitlenerek odanın kapısı kurşunla mühürlendi. Sultan İbrahim bu odanın içinde feryat ederken bağırışlarını duyan saray halkı üzülmekteydi. Kösem Sultan ve devlet erkanı, hanedanın düzeni için Sultan İbrahim'in öldürülmesine karar verdi. Boğdurularak öldürüldü. Cenazesi amcası I. Mustafa'nın yanına defnedildi ve 'deli' olarak nitelendirilen bu iki padişahın yanına başka hiçbir hükümdar defnedilmedi.