6 Şubat 2023… Yüreğimizi yakan deprem felaketi on binlerce canımızı elimizden aldı. 11 ilimizi etkileyen bu büyük felaket, binlerce trajedi ve onulmaz yara bıraktı.
Memleketin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine kadar hemen herkes tek yürek oldu, yardıma koştu, elinden geleni yaptı. Hayatını hiçe sayan kurtarma ekiplerinden son sürat deprem bölgesine koşan makine operatörlerine, evinde kazak ören teyzeden harçlığını depremzedelere bağışlayan çocuklara kadar tüm toplum birlik oldu ama yetmedi. Giden gitti, kalanlar ise hala büyük zorluklar içerisinde insani koşullardan yoksun ve korkuyla yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Toplumca kenetlenmemiz neden balığın hafızası gibi de, siyaset arenasına da taşıyamıyoruz? Reflekslerimiz sağlam da, ya genel sağlığımız? İrdeliyoruz.
Depremin ardından gelen ilk açıklamalarda “yıkılan tüm konutların bir yıl içerisinde inşa edilerek hak sahiplerine teslim edileceği” ifadeleri vardı. Daha sonra “yıkılan tüm konutlar” ifadesi yerini “300 binden fazla konut” ifadesine bıraktı ve “300 binden fazla konutun bir yıl içerisinde tamamlanarak hak sahiplerine teslim edileceği” söylendi. 3 Şubat 2024 tarihinde Hatay’da konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan ise son durumu şu sözlerle açıkladı.
“Yapılan detaylı çalışmaların ardından deprem bölgesi genelindeki kesinleşmiş hak sahibi sayımız ise 390 bin olarak netleşmiştir. Bugünkü kura törenimizle 6 bin 572'si il ve ilçe merkezlerimizde, 703'ü de kırsalda olmak üzere 7 bin 275 hak sahibinin konutunun anahtarını teslim ediyoruz. İnşallah 2 ay içinde deprem bölgesi genelinde 75 bin konutun teslimini bitireceğiz. Temel atmasının üzerinden 1 yıl geçmeden inşaatları bitirme sözümüzü önemli ölçüde yerine getirerek, yılsonuna kadar 200 bin evi teslim etmiş olacağız."
Özetle; toplam 390 bin hak sahibi var, 2 ay içerisinde toplam 75 bin, yılsonuna kadar da toplam 200 bin konutun teslim edilmesi planlanıyor. Yani, bir yıl içerisinde 390 bin teslimat hedefi, 2 yıl içerisinde 200 bin teslimat şeklinde revize ediliyor. Bu durum ise bizlere, ilk hedefteki sapma payı 1’e 5 iken ikinci hedefin akıbeti ne olacak diye kara kara düşündürüyor ve konteynır kentlerdeki yaşamların yıllarca süreceği gerçeğini hatırlatıyor.
Kabul edilmesi gerekir ki, yaşanan bu deprem gerçekten de büyük bir felaketti. Bu çapta büyük felaketlerle baş etmek ve hasarlarını onarmak ise hiç kolay değil. Fakat siyaset etiği ve yöneticilere güven bağlamında düşünüldüğünde karşımıza çıkan tablo en hafifi tabirle güven sarsıcı. Neden mi?
Bir yönetim düşünün ki, 15 Şubat 2023 tarihinde "Amacımız 1 yıl içinde, yıkılan her binanın yerine güvenle, huzurla oturulabilecek konutları teslim etmeye başlamaktır. (Erdoğan)” diyor… 11 Haziran 2023 tarihinde “İnşallah söz verdiğimiz gibi 300 binden fazla konutu bir yıl içinde, ondan sonra 1,5 ve 2 yıla kalmadan da diğer bütün konutları bitirip herkesi evlerine kavuşturacağız. (Özhaseki)” diyerek hedefinin arkasında olduğunu beyan ediyor… İlk açıklamanın yıldönümünde ise “İnşallah 2 ay içinde deprem bölgesi genelinde 75 bin konutun teslimini bitireceğiz. Temel atmasının üzerinden 1 yıl geçmeden inşaatları bitirme sözümüzü önemli ölçüde yerine getirerek, yılsonuna kadar 200 bin evi teslim etmiş olacağız. (Erdoğan)" diyerek sözünü önemli ölçüde yerine getirdiğini iddia ediyor. Hedef 12 ayda 390 bin, an itibari ile sonuç muamma, en yakın yeni hedef ise 14 ayda 75 bin. Hayaller ve hayatlar…
Siyasetin temelinde güven vardır. En kaba tabiriyle siyaset bir vadetme ve gerçekleştirme yarışıdır. Toplum olarak verilen sözleri unutursak, yerine getirilip getirilmediğini denetlemezsek, tutulmayan sözlere karşı tepki göstermezsek, Cumhurbaşkanımız da kalkar, depremde neredeyse yok olmuş olan Hatay’da “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay'a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı.” der. Tutulmayan sözleri, memleketlerine dönemeyen gurbetçileri, konteynır kentlerde insanca yaşamdan uzak kalan hayatları, geleceği kararmakta olan çocukları düşünmek yerine, seçimlerde bize oy vermezseniz sürünürsünüz diye bizi tehdit eder. Korkum odur ki, bu durum toplumsal bir Stockholm sendromuna kadar gider…