Zaman ilerledikçe kültürel olarak da ilerleyeceğimizi sanmak bir yanılsamaymış. Bunca gelişmenin, bunca ilerlemenin arasında kültür olarak gerilemeye şahit oluyoruz artık.

Kötü olan ne varsa hayatın içindeki iyileri kovuyor. Yemekten edebiyata, müzikten sinemaya kaliteli olan ne varsa kalitesiz ve kötüler tarafından boğuluyor, yok ediliyor. Kötü olan kaliteli olanı sarıp sarmaladığı sisin içinde yok ediyor.

Yemek kültürümüz değişti. İçinde ne olduğunu bilmediğimiz kır pidesi artık neredeyse her sokağa girdi. Tavuk döner et döneri çoktan kovdu. Bizzat şahit oldum; on dört bilemediniz on beş yaşında bir genç arkadaşına “et döner de varmış” diye şaşkınlıkla anlatıyordu. Bu örnek kötü ve kalitesiz olanın nasıl hayatın gerçeği haline geldiğinin kanıtıdır.

Normal terimi en çok tekrarlanan, en çok kabul gören olarak tanımlanıyor. İnsanlar çevrelerinde en çok gördüklerini normalleştiriyor. Kan davası birilerinin normali. Akraba evlilikleri bu ülkede yaşayan birçok insan için sıradan hatta en güvenlisi olarak görülüyor. Ne yazık ki bu yanlışların içinde büyüyen, kültürel olarak eğitilen çocukları değiştirmek neredeyse olanaksız; yeniden eğitmeye çalışmak ise zaman kaybı.

Karşımıza çıkarılan diziler, filmler yaşadığımız ülkenin çoğunluğuna göre hazırlanıyor. Çirkin şarkılardan, ağlak ve arabeske dönüşen saçma pop müzikten kaçamıyoruz artık. Hiçbir edebi değeri olmayan kitaplar rafları işgal ediyor. Filmlerden, kitaplardan niteliklisini bulmak artık samanlıkta iğne aramak gibi.

Üç beş tane dışında Türk Sanat Müziği parçası duyamıyoruz. Sanki sanatın damarları tek tek kuruyor. Gittiğimiz yerlerde müzik rahatsız edici bir gürültüye çoktan dönüştü.

Tiyatrolar seyircisizlikten kapanıyor. Bir zamanlar hayranlıkla, saygıyla izlediğimiz sanatçılar bir bir bırakıp gidiyor bizleri. Bizler şanslı bir nesildik birçok tiyatro gişesinden aylar sonraya bilet alabildik. Bir gün buna sevinebileceğimi; özlemle anacağımı hiç düşünmemiştim.

Artık kentlerimiz büyük birer getto. İki arabanın yan yana geçemediği ışığın zar zor girdiği, kalabalık, karanlık, kaotik dar sokaklar insanların aşamadığı yüksek duvarlara dönüşmüş. Yaşadığı sokaktan başka yeri görmeden ölüp giden insanlar var. Kırk yıl İstanbul’da yaşayıp da denizi görmeyen insanların yaşadığı bir kent artık bu şehir.

Niteliksiz kalabalık nitelikli insan sayısını kat ve kat geçti. Sokaklarda tehlikeli bir kalabalık dolaşıyor. Kavganın, gürültünün, cinayetin, suçun artması bu yüzden.

1923 yılında kurulan cumhuriyetin otuz yılda yarattığı kültürel devrim 1950 yılından sonra erozyona uğramaya başladı. Sömürülmenin ilk şartı geri bırakılmaktı bunu başardılar. Sömürgecilik asla bitmedi yalnızca şekil değiştirdi, gizlendi. Sömürülmeye devam ediyoruz. Madenlerimiz, topraklarımız, zenginliklerimiz yağmalanıyor.

En çok canımızı yakan binlerce yılda oluşturduğumuz kültürümüzün, tarihimizin her gün azalarak yok olması. Yağmalama sadece maddi anlamda değil kültürel olarak da yapılıyor. Zaten kültürel yağma başlamadan maddi değerler yağmalanamaz.

İnsanları yoksul bırakırsanız, insanca yaşayacak bir gelir elde etmesini sağlamazsanız ilerlemeyi de sağlayamazsınız. İnsanların parası yoksa beslenmeye değil karın doyurmaya; giyinmeye değil örtünmeye yönelirler. Başka çareleri de yoktur.

Yokluk ve yoksulluk bütün kötülüklerin nedeni.

Belki bir gün yokluğu da yoksulluğu da yeneriz