“İyi öğretmenler nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi ve geçmişimizde çözümsüz kalan şeylerin bu günümüzü nasıl etkilediğini anlar.” Bir kitapta okuduğum bu cümle, kendisini kırgınlıkla anımsadığım ilkokul öğretmenimi düşündürdü bana.

Sert mizaçlı biri değildi ama öğrencilerini, kendi çalışanı gibi kullanan biriydi. Tahtaya yazılması gerekenleri çoğunlukla bize yazdırırdı. Kendisi için bir şey gerekli olsa, uzak yakın demez, öğrencilerden birini gönderirdi, alması için. Derslerinde başarılı olanı, başarılı olmayanın yanına oturtur, onu, çalıştırmakla görevlendirirdi.

Bir gün, siyah büyük boy kalın bir defter getirdi ve bana verdi, bir de boş defter. Siyah defterdeki her şeyi boş deftere aktarmamı istedi. “Senin yazın çok güzel” diyerek, gerekli motivasyonu da sağladı. Sayfalarca yazdım, ne kadar sürdü hatırlamıyorum. Derste, gün gün neler işlenecek, nasıl işlenecek, bunlar yazıyordu siyah defterde. Yani müfredat defteriydi, yazdığım.

En çok üzüldüğüm ise neydi biliyor musunuz? Bizden bir alt sınıfta kendi kızı okuyordu. Teneffüs zilinin çalmasına beş, altı dakika kala, içimizden birini kantine gönderir, kızı için tost aldırtır, elimizde tostla kızının sınıfının kapısında, teneffüs zilinin çalmasını beklerdik, o günün şanslısı hangimizsek. Zil çalınca içeri girer, kraliçenin kızına tostunu verip geri çekilirdik. 1976 ile 1981 yılları arasında, ben ve sınıf arkadaşlarım ilkokul hayatımızı yaşarken, bu türden anılar biriktirdiğimizin belki de farkında bile değildik. İyi kalpli çocuklar olduğumuz için öğretmenimizi yine de çok seviyorduk.

 Ortaokula başladık sonra. Okulun ilk günleriydi. Sabahçıydık. Öğleyin okul çıkışı, birkaç arkadaş yine tüm iyi niyetimizle, ilkokul öğretmenimizi ziyarete gittik. Her iki okul da aynı bahçe içindeydi. Amacımız sadece; artık, ortaokullu olmuş yeni kimliğimizle öğretmenimize bir selam vermek, kısacık bir ziyaretle “bize bir harf öğretene” vefamızı göstermekti, herhalde. Ama, selam verip borçlu çıkmıştık yine. Öğretmenimiz o yıl, bizi bir önceki yıl mezun ettiği için, yeniden 1. Sınıf öğretmeni olmuştu. Sınıf yine çok kalabalıktı ve bize bir görev verdi; Sınıftaki bütün çocukların defterlerinin ilk satırına, “ödev olan fiş cümlesini” yazacaktık. Bu iş, bizim, kısacık olmasını düşündüğümüz ziyaretimizin uzamasına ve evlerimize geç kalmamıza sebep olmuştu. Eve o kadar geç kalmıştım ki annem, ağabeyimle birlikte beni aramaya çıkmıştı. Annem, o kadar endişelenmiş ve korkmuştu ki  müşfik, sevgi dolu bir insan olmasına rağmen, beni karşısında gördüğü ilk anda,  bir tokat atmıştı bana. O gün annemden hayatımın ilk ve son tokatını yemiştim. Bir daha da ilkokul öğretmenimi hiç ziyaret etmedim…

***

Öğrencilik döneminizde, yolunuza iyi bir öğretmen çıkmışsa, hayatınızın fevkalade güzel bir karşılaşmasını yaşıyorsunuz, demektir. İyi, idealist bir öğretmenle, yolunuza ışık tutan bir öğretmenle karşılaşmış olmak, hayatın size sunduğu en güzel armağanlardan biridir. Sağlıklı işleyen bir eğitim sistemiyle ve iyi öğretmenlerle, toplumun ihtiyacı olan nitelikli, kalifiye insan gücü yetiştirilir. İyi öğretmenin sesi, iyi bir eğitim sistemi içinde gürleşir. İyi öğretmenlerin sayısı, iyi bir eğitim sistemi içinde artar.

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında, ülkenin her alanda güçlenmesi ve gelişmesi için iyi yetişmiş, nitelikli insan gücü ihtiyacı, elzemdir. Ülkenin entelektüel, aydın insanının yetişebilmesi içinse öğretmene ihtiyaç vardır. Önce öğretmenin yetiştirilmesi gerekir. Eğitim enstitüleri açılır, köy enstitüleri açılır. Yetişen öğretmenler Anadolu’nun bozkırına, dağ başlarındaki köylerine giderler. Anadolu’nun kırsalında, imkansızlıklar içinde yaşayan, keşfedilmeyi bekleyen kabiliyetli çocukların karşısına, cumhuriyetin yeşerttiği, yetiştirdiği idealist eğitimciler, birer kurtarıcı gibi,  Allah’ın bir lütfu gibi, bir mucize gibi çıkarlar. İyi, çok iyi bir karşılaşmadır bu. O idealist öğretmenler çocukları tanır, anlar, onların yeteneklerini keşfederler. O çocukların yüzünü aydınlığa çevirir, onlara yön verirler. O çocukların da, gün geldiğinde yeşereceklerine olan inançlarıyla, devlet yatılı bölge okullarına gitmelerini sağlamak üzere her türlü irtibatı ilçe idari yönetimleriyle kurarlar. Çocukları en yakın, devlet parasız yatılı bölge okullarına gönderirler. Memleketin en önemli kaynağı olan çocuklar ve gençler, böylelikle yetişme imkanına, eğitim imkanına kavuşurlar. Bu, parası olmayanın da okuyabilmesi demektir. Cumhuriyetin henüz çok genç olduğu yurdumda, devrin eğitim sistemi ve öğretmeni bunu başarmıştır. O öğretmenlerle o çocukların karşılaşması toprağın, suyun, güneşin birbiriyle buluşması gibidir. Normal şartlar altında o çocukların okuması imkansızdır. Yatılı bölge okulları, kuş uçmaz, kervan geçmez Anadolu köylerindeki yetenekli çocukları, alır, bakar, barındırır, okutur. Yatılı bölge okulları, köy enstitüleri, Genç Türkiye Cumhuriyeti’ne taze kan pompalar. Cumhuriyeti kuran, bu sistemi oluşturan ve bu çocukların okumasını sağlayan cumhuriyetin bütün kahramanlarına minnet duyuyorum.

Bugünün sistemi, Türkiye Cumhuriyeti’nin gençlik döneminde ortaya çıkan, her birinin yüreğinde kor ateş yanan idealist öğretmen kavramını yavaş yavaş yok ediyor.

Devletin parasız, burslu yatılı okulları yeniden açılmalı, imkanı olmayan yetenekli çocuklar bu okullara gönderilip okutulmalıdır. Devlet parasız yatılı bölge okullarının ve köy okullarının kapatılması, ülke çocuklarının cemaat ve tarikat yurtları tarafından kapılmasına neden olmaktadır. Oysaki çocuklarımız bizim en değerli hazinemizdir.

Cumhuriyeti kıvançla kutlayabilmek demek; cumhuriyete sahip çıkabilmek, çocukları, toprağı, koruyabilmek, çokça üretmek, çokça çalışmak demektir. Cumhuriyeti kıvançla kutlayabilmek demek, vatanı sevmek demektir.

Cumhuriyetin 100. Yılını kutlarken; bu vatanı bizlere yurt eyleyen ulu önderimizi, silah arkadaşlarını ve bütün şehitlerimizi minnetle anıyor, iki cümle de atamızdan paylaşmak istiyorum;

“Vatanı korumak, çocukları korumakla başlar.”

“Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız.”

Bu millet;  büyük devlet adamı, büyük kumandan, başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’le iyi ki karşılaşmıştır. İyi ki…