Bir bayram daha geçti gitti ömrümüzden. Kaç bayramımız kaldı hiçbirimiz bilmiyoruz. Ama her geçip giden bayramın bizleri son bayramımıza yaklaştırdığını biliyoruz.

Çocukluğumuzun heyecanla beklediği bayramlar yok artık.  Bayramlar en çok çocuklar için. En çok onlar bekliyor bayramı, en çok onlar mutlu oluyor. Olsunlar da. Büyüyecekler o çocuklar ve bayramlarının anlamı da değişecek.

Galiba tek sahip olduğumuz zaman çocukluğumuzda kaldı. Orada ne kadar mutlu olduysak o mutluluk bizi biz yaptı. Bizleri geleceğimize taşıdı.

Büyüdük ve asla o saf mutluluğa bir daha ulaşamayacağız.

Başka açılardan bakmak da mümkün; mutsuz bir çocukluğun devamında mutlu bir gençlik, mutlu bir hayat pek olmuyor. Çocukluğumuzda aldığımız yaralar hayatımızı ve kişiliğimizi yönlendirmeye devam ediyor.

Mutluluk bile çocuklukta öğreniliyor. Sevmek de. Çocukluğunda sevilmeden büyüyenler asla sevmeyi öğrenemiyor.

Hayatımızda domino taşlarından sıralar var. Anne ve babamız ya da ailemiz hangi sırayı devirirse ömrümüzün sonuna kadar; son bayramımıza doğru o sıradaki taşlar düşmeye devam ediyor. Geri dönüp başka bir sırayı başlatmak da çok mümkün olmuyor.

Belki bir mucize birbiri ardına düşen taşları durdurup bizleri ellerimizden tutarak hiç devrilmemiş diğer sıraya alıp sonraki hayat yolumuzu değiştirebilir. Ama  yalnızca bir mucize yapabilir bunu.

Yaşımız ilerledikçe bayramların anlamı değişiyor. Ben babamı Kurban Bayramının ikinci günü kaybetmiştim. Arife gününden bir gün önce gitmiştim annemin ve babamın evine. Tatlı tatlı sohbet etmiştik annemin sürekli oturup çocukları izlediği, onlarla konuştuğu sardunyalı balkonunda. Sonra bayramın birinci günü hep beraber bir araya geldik; mutlu ve huzurluyduk. Uzun uzun oturduk hep beraber. Sohbet ettik. Televizyonda siyah beyaz Türk filmlerinden birini izledik. Güldük, eğlendik. Huzur ve mutluluk içinde akşamüzeri evimize döndük.

Ertesi sabah saat 6:30 gibi anne ve babamın yardımcısı Nilüfer aradı abi baba uyanmıyor diyerek. Apar topar fırladım evden. Belki beş dakika bile sürmedi ulaşmam baba evine ama ulaştığımda babam çoktan uçup gitmişti.

Yedi yıl, yedi Kurban Bayramı geçti üstünden o günün ancak yazabildim. Şu anda aklımda tek bir dize dolanıyor;

“Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz.”

O mutlu ve huzurlu bayram gününden bana kalan dize daha doğrusu duygu bu. Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz.

Ömrümüzün bir bayramını daha harcadık. Domino taşlarımız tek tek devriliyor. Ve devrilmeye devam edecek. Değişmeyen bir kural var; son taş asla düşmüyor yere; başımızda dimdik kalıyor, üzerinde adımızın yazdığı o taş.

“Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz.” Dizesi sizce de yakışmaz mı başımızdaki dikili duran taşa?

Bu yazıyı Kurban Bayramının üçüncü günü yazıyorum. Bir aksilik olmazsa bayramın dördüncü gününde sizlere ulaşır. Yani daha bir bayram gününüz olacak yaşanacak. Yaşayın ve bir yolunu bulup mutlu olmaya çalışın.

Bir ömür boyu mutlu bayramlarınız olsun.