Şenay’ın modası asla geçmeyecek; “Hayat Bayram olsa” şarkısı var ya, sabah sabah tesadüfen bu şarkıyı duydum; “Şu dünyadaki en mutlu kişi, mutluluk verendir. Şu dünyadaki sevilen kişi, sevmeyi bilendir. Şu dünyadaki en güçlü kişi güçlükten gelendir. Şu dünyadaki en bilgin kişi, kendini bilendir.”

Birkaç gün önce, tam da bu şarkıdaki kişi tanımına uyan biri çıktı karşıma.

Bir sokak röportajında, ayaküstü yapılan birkaç dakikalık röportaj, geçtiğimiz günlerde sosyal medyada gündem oldu.. Elinde kedi taşıma çantasıyla, metro çıkışında, kendisine sorulan soru üzerine, uzatılan mikrofona konuşur Zeliha Burtek. Aslında soru “geçinebiliyor musunuz?” sorusudur ancak verilen yanıt, derinlemesine sosyolojik bir analiz içermektedir.

Türkiye’nin şu anda en büyük gerçekliğinin iktisadi değil, “sosyal çürüme” olduğunu ifade eden Burtek, bunu; “Dünya tarihi iktisadi olarak her zaman toparlandı. Bir sürü krizler görüldü. Ekonomi her zaman toparlanır, kapital kendini yok etmez. Ama sosyal çürümeyi düzeltemezsiniz. Şu anda Türkiye’de sosyal çürüme var. Bunun düzelmesi çok zor, dönüşü olmayan bir yerdeyiz” diyor. Sosyal çürümeyi ise; “Sosyal çürüme, etik denen şeyin yok olması demektir. Etik, yaşam felsefesi demektir. Türkiye’de yaşam felsefesi kalmadı. Yani şöyle bir şey söyleyeyim, Türk edebiyatını, Türk sinemasını, Türk tiyatrosunu düşünün. Hiçbir şekilde, bu edebiyatta, bu tiyatroda, sanatta, yazında ve düşünde, hiçbir zaman mülteci kültürü, mafya, kara para aklama gibi kavramlar olmazdı. Ama şu anda biz yavaş yavaş, kültürel anlamda ortaya çıkacak bütün yapıtlarda bu kavramlarla karşılaşmaya başlayacağız. Sosyal çürüme bu demek, başka bir toplum olduk. Biz Güney Amerika ülkesi değildik ama Güney Amerika ülkesi gibi olmaya başladık. Çok tuhaf değil mi?” sözleriyle açıklıyor.

Geldiğimiz noktada, Zeliha Hoca’nın açıklamalarına katılmamak mümkün değil. Söz konusu “sosyal çürüme” çok uzun zaman önce başlamıştır. Nedenleri, yalnız ülke ile değil, tüm dünya ile yakından ilgilidir ve ayrı bir yazı konusudur, çürümenin etki ettiği alanların her bir teki de ayrı bir yazı konusudur. Farklı günlerde bu konuların, en azından bazıları üzerinde durmayı umuyorum.

Zeliha Burtek, mimarlık, sanat tarihi ve felsefe alanlarında akademik kariyer yapmış, 21 yıl boyunca çeşitli üniversitelerde dersler vermiş. 25 yıldır sokak hayvanlarını besliyor, bunu yapabilmek için az uyuyor, her gün kilometrelerce yürüyor. Elinde tuttuğu kedi taşıma çantasının içinde, evinde baktığı kendi kedisi de olabilir, sokakta baktıklarından, sağlık sorunu olan bir kedi de.

Herkes yapabildiği kadarını, bazıları yapabileceğinin de fazlasını yapıyor. Bana sorsanız “çiçek gibi bir insan” derim, Zeliha Hoca için. Hayatı, değerli iki anlam üzerine bölmüş gibi. Bir yanda gençleri yetiştirmeye çalışan, diğer yanda, diğer canlara el uzatan, sade, tevazu sahibi, dopdolu,  çiçek gibi entelektüel bir insan.

Yazının bu aşamasına geldiğimde, röportajı yeniden dinlemek üzere, arama motorunda arattığımda, Zeliha Hocayla bir televizyon kanalının röportaj yaptığını fark ettim. Bilmeden, sadece tahminen yazdığım şeyin doğru olduğunu, kedi taşıma çantasıyla, hasta bir kediyi almaya gittiğini öğrendim ve yayının devamını, bu yazının arasında ilgiyle takip ettim.

Bir de Zeliha Hoca gibi olmayanlar var tabi. Sahibi, köpeğini parktaki jimnastik aletlerine bağlayıp terk etmiş. Kendisini gören, ilgilenen, sevgi gösteren insanlara, bu dünya güzeli can, derdini, üzüntüsünü, hayal kırıklığını konuşur gibi anlatıyor. Abarttığımı düşünmeyin, gerçekten öyle, konuşur gibi dert yanar gibi, sesler çıkarıyor. Sandığımdan daha da fazlasını anlatıyor orası kesin. Hayvanlar, zaten bizim sandığımızın çok daha fazlası.

İnsan bir konuda söze başlayınca, çağrışımlar, minik minik çakan yıldızlar gibi başka görüntüleri taşıyor, insanın gözünün önüne, ıssız yollarda, arabadan indirilerek terk edilen köpekleri mesela. Sahibi hızla uzaklaşırken, koşabildiği kadar o arabanın peşinden koşanlar, ne zaman duruyorlar acaba? Yorulunca mı, terk edildiklerini kavrayınca mı?...  Acıyı tüm canlıların hissettiği doğrudur, üzüntünün kederin  ise  sadece insana mahsus olduğu büyük bir yanılgıdır. Köpeklerin de tıpkı insanlar gibi üzüldüğü bilinen bir gerçektir.

Çiçek gibi birinden daha söz etmek istiyorum. Kışlık ayakkabısı, botu olmayan, kara lastiklerle, karda okula gelen, ıslanan çoraplarının içinde ayakları kıpkırmızı olan çocuklar, çoraplarını çıkarıp sınıfın ortasındaki sobada kurutmaya çalışırken, küçük, kırmızı çıplak ayaklarını da sobaya doğru uzatıp ısıtmaya çalışıyorlar. Bitlis’te bir köy okulunda öğretmenlik yapan genç bir öğretmen, öğrencilerini kendi çocukları gibi bağrına basmış.  İyi kalpli, canım öğretmenim, çocuklara, botlar, bereler atkılar alıyor. Çiçeğin etrafındaki bal arıları gibi dönüyor çocuklar bu çiçek öğretmenin etrafında.

Anadolu toprakları çok ama çok değerli, bu topraklar üzerinde, şükür ki; merhamet ve vicdan sahibi insanlar halen çoğunlukta.. Haydi, şimdi şarkıyı dinleyelim; Şu dünyadaki en mutlu kişi, mutluluk verendir. Şu dünyadaki sevilen kişi, sevmeyi bilendir..