Gelmesi kaçınılmaz olan ama gelmesini, asla istemediğimiz, bir gerçeğimiz var; deprem. Türkiye çok acı şekilde, defalarca tecrübe etti depremi.

   “Kentsel dönüşüm yasası” meclisten geçti ve resmi gazetede de yayımlandı. Önceki kanunda yer alan; ‘kentsel dönüşüm kararının alınabilmesi için hak sahiplerinin üçte iki çoğunluğunun aranması’ zorunluluğu kaldırıldı. Yeni düzenlemeyle birlikte, kentsel dönüşüm kararı hak sahiplerinin salt çoğunluğuyla yani yüzde 51 ile alınabilecek.

    Yasa’da riskli yapılar, riskli alanlar ve rezerv alanlarla ilgili maddelere, yoğun tepkiler geliyor. Söz konusu maddelerin “mülkiyet hakkını” ihlal edeceği düşünülüyor. Yani oturduğunuz ev ya da evinizin bulunduğu bölge, ‘riskli bölge’ ilan edilirse, dönüşüm projesine konu edilir, o bölgede yaşayanlar topluca rezerv bir alana yerleştirilebilir. Riskli bölge olarak ilan edilen bölge üzerinde, devlet nasıl bir tasarrufa gidecek?  2012’den bu yana ilan edilen rezerv alanların bir kısmına lüks siteler inşa edilip yüksek fiyatlarla satılmıştır. Dar gelirlinin buralardan ev alamadığı malumdur. Bütün bunlar soru işaretlerine ve endişelere sebep oluyor. Rezerv alanlar nerelerdir peki? Hazine arazileri, yeşil alanlar, askeri alanlar, rezerv alan olabiliyor. Bu alanların gösterildiği bir haritada, ağırlıklı olarak “Kanal İstanbul” bölgesini ve ağırlıklı olarak Kuzey Marmara’yı görmek, tepki nedenlerinden birini oluşturuyor. Ayrıca yerel yönetimlerin konuya dahil edilmeyeceği de tepki sebeplerinden bir diğeridir. Bu çok büyük ve önemli bir konudur. Büyük bir ekip çalışmasının gerekliliği kaçınılmazdır. İlgili bakanlık da, belediye de, sivil toplum kuruluşları da bir arada çalışmalıdır.

   Bir tv programında; “Evimiz incelensin” talebi en çok Kadıköy’den alınmış, “endişeli modern” buralarda yaşıyor diyor, deprembilimci Prof.Dr. Şükrü Ersoy ve İstanbul’un zemini en kötü olan ilçeleri arasında; Zeytinburnu, Esenler, Bağcılar, Güngören ilçelerini sayıyor. Bu ilçelerden bina dayanıklılığının tespitiyle ilgili çok fazla başvuru alınmadığını, ekliyor.

   Sosyokültürel yapı ve yoksulluk sanırım bunun en önemli nedenidir. “Eviniz depremde başınıza yıkılır.” sözünü duymak bile istemiyorlar. Kentsel dönüşüm maliyetlerini karşılayamayacak olmak, çok yüksek kiraları ödeyemeyecek olmak, gerçeklerle yüzleşmemeyi tercih ettiriyor. İnsan kendini, en çok evinde güvende hissetmek ister. Bu mümkün olmuyor. İstanbul’da eski ve sağlam yapılmamış çok yapı var. “Kaderde ne varsa o olur diyerek, yastığa başını koyan insanlar, gündüzleri megakentin kalabalık caddelerine karıştıklarında, evlerinde olduğundan daha fazla güvende hissediyorlar muhtemelen. 

    İstanbul’da 250 ile 300 yıl aralığında depremler yaşandı. Uzmanların emin olduğu gerçek şu ki; daha önce olmuşsa yine olacak.  1509 ve 1766 yıllarında 257 yıl arayla bu depremler yaşanmış. 17 Ağustos depreminden sonra uzmanlar, biri doğuda diğeri batıda iki depremin daha yaşanacağını söylüyorlar. Doğudaki 12 Kasım 1999 Düzce depremiyle yaşanıyor. Batıdaki henüz yaşanmadı. Bunun da yüzde 15 civarında olası depremi tetikleyeceği düşünülüyor. Deprembilimci hocalar; İstanbul’da deprem bugün olsa da şaşırmayız, yirmi, otuz yıl sonra olsa da şaşırmayız diyorlar. Yani İstanbul için her an her şey olabilir. Marmara denizinin ortasından geçen fay’da gerçekleşmesi beklenen maksimum 7,5 büyüklüğünde olacağı tahmin edilen deprem, sadece İstanbul’un değil Marmara’nın Türkiye’nin hatta dünyanın depremi olacaktır. Marmara Bölgesi Türkiye’nin kalbidir. Gayri safi milli hasılanın yarısı bu bölgede yani ulusal bütçenin önemli bir bölümü bu bölgede oluşuyor. Sanayi tesisleri, kritik tesisler bu bölgededir. Aynı zamanda önemli bir tedarik köprüsü, sadece ülkenin değil, kıtalararası da önemli bir tedarik köprüsüdür bu bölge.

   Olası depremin yaşanması halinde 4,5 milyon vatandaşın barınma ihtiyacı olacağı öngörülmektedir. Resmi kayıtlarda 16 milyon, resmi olmayan kayıtlarda 19 milyon tahmin edilen nüfusun yaşadığı şehirde deprem;  çok yıkım, yangın ve çok ölüm demektir. Birçok bölgede, ambulans ve itfaiyeler ilerleyebilecek yol bulamayacak, demektir.

  Türlü sebeplerden sağlam bir ev hayaline henüz kavuşamamış milyonlarca İstanbulludan biri de benim. Yarın ne olacak bilemiyorum, bilemiyoruz. Ne kadar vaktimiz kaldığını bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey zamanın bugün, elimizdeki, her an tükenebilecek en büyük değer olduğudur. Yönetimde olanların çokça ve hızlıca çalışması gerekmektedir. Denizyıldızı hikâyesinde olduğu gibi; ne kadar denizyıldızı,  denize kavuşursa artık.. Bütün denizyıldızlarının denize kavuşmasını diliyorum ama biliyorum ki kimileri denizine kavuşur, kimileri de gökyüzüne…