Yaşı 30’un üzerinde olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları en az 3 seçim gördü. Benim gibi 40’ın üzerinde olanlar ise +3 seçim daha… 2023 seçimlerine sayılı zaman kala hissettiğim şey; destekçilik, karşıtlık ve kararsızlığın her seçimde daha da yükseldiği.

Bir tarafta olumsuzlukları görmezden gelerek gün geçtikçe fanatizmini artıran iktidar destekçileri, diğer tarafta olumlu gelişmeleri bile itibarsızlaştırarak kendi argümanlarına uydurmaya çalışan iktidar karşıtları. Bir de diğerleri var ancak nicelik olarak öyle azlar ki, sayısal değerleri sadece diğer sayılarla birleştirildiğinde kısmi anlamlar kazanabildiğinden ana akım siyasete kurban gidiyor. Zaten ilkesiz siyaset ve bilgi kirliliği zengini olan ülkemizde seçim öncesinde adeta yalan rüzgarları esiyor. Peki biz bu gürültü arasında doğru sesi nasıl duyacağız ve daha da önemlisi verdiğimiz oyla neyi seçiyoruz?

Her seçim öncesi taraflar belirlenir, koalisyonlar netleştirilir ve partiler programlarını yayınlar. Bu parti programları ülkenin hassasiyet gösterdiği bilinen ana meseleler (terör, din, Kıbrıs vb.) başta olmak üzere tüm konular hakkındaki bakış, düşünce ve atılması planlanan adımları içerir. İdealde beklenti adayların seçim beyannamelerini okumak, değerlere ve beklentilere uygun vaatleri tespit ederek bu vaatleri gerçekleştirebilecek güce ve vizyona sahip olduğuna inanılan partiye oy vermek, böyle bir parti yoksa da oy kullanmamak dahil diğer demokratik haklara yönelmektir. Peki ülkece idealin neresindeyiz?

Kaideyi bozmayacak istisnaları bir kenara koyarsak ülkemizde okuma ve bilinçli araştırma alışkanlığı oldukça düşük. Üniversite veya özel okul sayımız ne kadar artıyor olursa olsun bazı şeyleri henüz değiştiremedik. Örneğin; bizde Kuran-ı Kerim’i okumamış Müslümanlar, Nutuk’u okumamış Atatürkçüler ve okumadan mühendis kesilen ustalar eksik olmaz. Bir meseleyi tüm gerçeklikleri çerçevesinde eğrisi ve doğrusuyla ele almak ile o meseleye dair daha önce inandırıldığımız saplantılarımızı destekleyen argümanları cımbızlamak oldukça farklı şeylerdir. İlki öğrenmeye giden yolda atılmış bir adım iken ikincisi militanlık ve araştırılan meselenin özüne saygısızlıktır. Özetle; toplumca zaten okuma alışkanlığımız yok ama bunun yanında okuduğumuzu anlamaya çalışma alışkanlığımız da yok. Bu durum da bizi aslında hiçbir şey bilmeyen ve bildiğini sandığı şeylerin çoğu yanlış olan küstah cahiller sınıfına sokuyor. Bu gerçeklikle “okusak ne olacak” demeyelim ve yüksek vatandaşlık bilinci ile ikinci tura geçmeleri muhtemel iki ittifakın seçim beyannamelerini okuduğumuzu düşünerek ilerleyelim.

Her insanın farklı değerleri ile beklentileri vardır ve maalesef genellikle birbiri ile çelişir. Örneğin; bir dinin mensuplarının muhafazakar beklentileri diğer din mensuplarını, milliyetçilerin değerleri azınlıkları, orta ve üst yaş grubunun istekleri gençleri tatmin etmeyebilir. Aynı evin içerisindeki 4-5 kişinin bile farklı fikirlere sahip olduğu düşünüldüğünde gayet doğal olan bu çelişki siyasilerin elinde tehlikeli argümanlara ve kendi ideolojisini desteklemek için kullandığı ayrıştırıcı dil nedeniyle tehlikeli bir çatışmaya dönüşür. Bu ayrıştırıcı dilin getirdiği kutuplaşma ise demokrasinin olmazsa olmazı olan asgari müştereklerde buluşma ihtimalini azaltarak birini seçmenin diğerini ezip geçmek olduğu bilinçsiz, orantısız ve kazananı olmayan bir güç savaşına evrilir. Güç savaşının kazananı kaybedene acımaz, hassasiyetlerini önemsemez, değerlerini yok etmeye çalışır ve bu kutuplaşma kuyruğunu yiyen yılan misali kendini yok eden bir paradoksa dönüşerek toplumu bölmeye başlar. Her geçen gün içine savrulduğumuz bu kutuplaşmanın tersine döndürülmesi ise değerlere, yapılanlara, eleştirilere ve hassasiyetlere karşılıklı anlayış geliştirilmesi ve siyasetin ayrıştırıcı dili yerine vatandaşlık ekseninde birleştirici bir dil seçilmesiyle mümkündür. Peki iktidarından muhalefetine bu dili görebiliyor muyuz? Cevabı siz verin.

Görülen o ki iki adaylı bir seçim süreci yaşayacağız. Dilediği partiye oy vermek ve görüşlerini savunmak ne derece hak ise, karşıt partiye oy vermek ve diğer görüşleri eleştirmek de o derece haktır. Biri üretim ve savunma sanayi konusunda ileride iken hukuk ve özgürlükler alanında geride kalmış olabilir. Diğeri kaynakların kullanımında geriye giderken eğitim alanında atılım yapabilir. Bunlar öncelikler meselesidir ve kimin neyi öncelediğine göre vitrinde yer bulur. Hangi siyasinin neyi önceleyeceği ise toplumun öncelikleri ile birebir ilişkilidir. Kimi veya hangi partiyi değil, “neyi seçiyoruz” yaklaşımı bu nedenle önemlidir. Çünkü parti programlarını ve atılan adımları bizim beklentilerimiz ve neyi seçtiğimiz belirler. İki ittifak ve iki aday... Parti programları ve meselelere yaklaşımları aşikar. Umarım herkes benim gibi kendisine bu soruyu soruyordur.

Neyi seçiyoruz?